Türkiye’de Adalet ve Çocuk: Öğrenme ve Sorumluluk Dengesi

Türkiye’de Adalet ve Çocuk: Öğrenme ve Sorumluluk Dengesi

Türkiye’de adalet sisteminde çocuklara dair tartışmaların merkezinde şu soru var: 15–18 yaş arasındaki çocuklara uygulanan otomatik ceza indirimi devam etmeli mi? Ancak asıl mesele, zamanında ve ıslah edici uygulamaların hayata geçirilmesinde ve çocukluğun ne olduğuna dair inancımızda yatıyor.

 

Günümüzün hâkim ebeveynlik tutumlarına, okulların çocuklara yaklaşımına ve kamunun 18 yaş altı için yaptığı düzenlemelerin uygulamadaki karşılığına bakıldığında çocuklara ilişkin ortak bir varsayım göze çarpıyor: Topluma uyumlu ve erdemli bir insan olmanın yalnızca zamanla kendiliğinden gerçekleşeceği düşüncesi.

Küçük bir çocuktan erdemli ve toplumla uyumlu davranışlar beklemiyoruz. Ama yetişkin olduğunda, ona bunları öğretip öğretmediğimize bakmadan bu davranışları sergilemesini istiyoruz. Oysa bu davranışlar zamanla değil, öğrenme süreçleri ve deneyimlerle gelişiyor.

Devlet, insanların 18 yaşından itibaren yaptıklarının sorumluluğunu tam anlamıyla üstlenmesini bekliyor. Eğitimciler ise çocuklara nasıl yaklaşacakları konusunda arada kalıyor. Kendi mesleki yaklaşımlarıyla ailelerin beklentileri arasındaki fark, eğitim ortamını işlevsizleştiriyor. En belirsiz alan ise ebeveynlik tutumları. Ebeveynler, çocuklarının “artık sorumluluk alması gerektiğini” çoğu zaman çocuğun ihtiyaçlarına göre değil, kendi hazır oluşlarına göre belirliyor. Bu sınırı kimi zaman erteliyor, kimi zaman da tamamen unutuyorlar.

Evde, okulda ve hatta mahkemede çocukluğun bu kaygan yüzeyinden yararlanan çocuklar, zamanı geldiğinde beklenen davranışları sergileyemiyor çünkü bu davranışları hiç öğrenemiyorlar. Adeta yetişkinlik okulunda devamsızlıktan kalan, ama kâğıt üzerinde mezun edilmiş bir çocukluk mezunu gibi oluyorlar.

Toplum ise genellikle daha makul bir beklenti içinde bulunuyor. Kendi çocuğu söz konusu olmadığında bu yükü çoğu zaman çok daha erken, kimi zaman yalnızca ergenlik belirtileriyle birlikte çocuğun omzuna bırakıyor. O noktaya kadar ise yaşına uygun bir beklentide bulunabiliyor.

Adalet Sisteminde Çocukların Durumu

Çocuğa yönelik bu yaklaşımın çocuk suçluluğu ve yasal düzenleme tartışmalarıyla ilişkisine baktığımızda, Türk Ceza Kanunu’nun 31. maddesine göre 12 yaşın altındaki çocuklar kusur ehliyeti bulunmadığı için ceza almıyor. 12–15 yaş arasındaki çocuklarda ise ceza ehliyeti, suçu anlama kapasitesine göre hâkim tarafından belirleniyor. Bu yaş grubuna verilecek cezalar, yaş küçüklüğü sebebiyle üçte iki oranında indiriliyor. 15–18 yaş arasında ceza ehliyeti tam kabul edilmekle birlikte, çocuk olmaları nedeniyle suçun mahiyetine bakılmaksızın cezada yarı oranında indirim yapılıyor. Ayrıca hâkim, çocuk hakkında eğitim, sağlık, barınma, bakım ve danışmanlık tedbirlerine hükmedebiliyor.

Enstitü Sosyalin Ekim ayında yayımladığı “Türkiye’de Adalet Sisteminde Suç ve Çocuk” başlıklı analizde de belirtildiği üzere mevcut tedbirler hem işlevsel bir şekilde uygulanamıyor, hem de uygulanıp uygulanmadığı tam anlamıyla denetlenemiyor. Dolayısıyla infaz sürecinde çocuğun karşısına iki ihtimal çıkıyor: hapse girmek veya girmemek. Erdemli ve ahlaklı bir yetişkin olmayı öğreneceği süreçte bir hata yapan çocuk, yani hukuki tabirle “suça sürüklenen çocuk”, hatasının sonucunda ya hapse giriyor ve kendisi gibi suç işlemiş, hatta bazen bundan gurur duyan yaşıtlarıyla bir araya gelerek kendince bir kahramanlık hikâyesi yazıyor, ya da hiç hapse girmeyerek suç işlemenin devlet nezdinde önemsiz bir şey olduğunu öğreniyor.

Çocuk Suçluluğuna Nörobilimsel Yaklaşım

Çocukluğun en değerli yönü olan öğrenmenin bu noktada yanlış yönetildiği görülüyor. Çocukların yaptıkları eylemler karşılığında orantılı bir sonuçla yüzleşip davranışlarını tartarak topluma uygun hareket etmeyi öğrenmeleri gerekirken, tam tersine eylemlerini pekiştiren bir sistemle karşılaşıyorlar. Nörobilim araştırmaları, tekrarın ve süreçte alınan olumlu geribildirimin davranışları kalıcı hale getirdiğini gösteriyor. Biz ise bir kez hata yapmış çocukları sistemin dışına çıkarmak yerine, adeta olumlu geribildirimlerle içeride kalmaya teşvik ediyoruz. Oysa çocuklar ilk suçlarında, yaşlarının ve işledikleri fiilin gerekliliklerine uygun biçimde devletin varlığı ve yaptırımıyla karşılaşsalar, yani olumsuz bir geribildirim alsalar, öğrenme süreci ıslah edici bir şekilde gerçekleşebilir. Bu nedenle yapılması gerekenlerden biri, çocukların taraf olduğu kamu davalarının, olumsuz geribildirimin etkili bir şekilde kullanılabilmesi için kısa sürede sonuçlandırılmasıdır. Zira fiilin üzerinden yıllar geçtikten sonra verilen hükmün öğrenme sürecine etkisi olmayabilir.

Nörobilim yalnızca öğrenme süreçleriyle değil, beyin gelişimiyle ilgili de önemli bilgiler sunuyor. Özellikle 12 yaşından itibaren çocukların riskli davranışlara, ani tepkilere ve duygusal çıkışlara daha yatkın olduğu biliniyor. Bunun temelinde biyolojik bir gerçeklik var. Duygular ve içsel süreçlerle ilişkili limbik bölge, davranışların kontrolü ve risk hesaplamasından sorumlu frontal bölgeden daha önce gelişimini tamamlıyor. Bu nedenle duygusal tepkilerin ağır bastığı, aklıselim davranışın henüz olgunlaşmadığı bir evreden bahsediyoruz. Çocukların davranışlarının sonuçlarını bir yetişkin gibi anında hesap edememesi bu yüzden olağan kabul ediliyor. Dolayısıyla yasada yer alan indirimlerin arkasında hem anlamlı bir bilgi birikimi hem de bilimsel bir gerçeklik bulunuyor. 

Türkiye’nin Odağı Ne Olmalı?

Dünya genelinde ceza ehliyeti yaşı genel olarak 7-15 arasında değişiyor olsa da, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi’nin yayınladığı 24. yorumda nörobilimin bize sunduğu bilgilerden yola çıkılarak çocukların ceza ehliyetinden bahsedebilmek için 14 yaşı geçmiş olmaları tavsiye edilmiş. Bu yaklaşım Türkiye’deki yasal düzenlemelerle de büyük oranda uyumlu. Bu yüzden yukarıda da bahsedildiği gibi Türkiye özelinde atılması gereken esas adım ceza ehliyeti yaş sınırını düşürmek değil mevcut ceza ve yaptırımların, çocukların ıslahına yönelik olarak düzenlenmesi ve çocukların yetişkinliğe uzanan bu yolu doğru geri bildirimlerle yürümesidir.

Hiçbir kurumun tek başına üstlenemeyeceği kadar önemli ve geniş kapsamlı bir konuda yalnızca Adalet Bakanlığı’nın değil, çocukla muhatap olan tüm kurum ve kesimlerin aynı doğrultuda hareket etmesi ve ortak bir tavır sergilemesi elzemdir. Bu da ilgili bakanlıkların, sivil toplum kuruluşlarının ve akademinin ortak çabasıyla mümkün olabilir. Bu nedenle ilk adım olarak bir koordinasyon kurulu ihdas edilmesi yerinde olacaktır. Amaç çocukların toplumla uyumlu ve erdemli birer yetişkine dönüşmesi ise, tüm düzenlemelerin de bu hedef doğrultusunda yapılması gerekir. Anlamlı bir sonuca ulaşmak ise ancak herkesin ortak çabasıyla mümkün olabilir.

 

 

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.