
“Tam Kültürün” Peşinde Bir Eğitim ve Şahsiyet İnşası
Hakiki anlamda eğitim, insanı sadece bilgiyle donatmayı değil onu ahlaki, estetik ve düşünsel yönden olgunlaştırmayı hedefler. Şahsiyet inşası ancak zihni geliştiren bilgi, kalbi besleyen ahlak ve ruhu zenginleştiren estetikle mümkündür. Bu sebeple eğitim, bireyi yalnızca sınavlara değil hayata ve insanlığa hazırlamalıdır.
İnsan birçok unsurun belli bir kıvamla bir araya gelmesinden mürekkep, dinamik bir varlıktır. Kendini ve yaşadığı evreni bilme, tanıma mesaisi onun için kesintisiz bir şekilde ömür boyu devam eder. Dolayısıyla öğrenme insan yaşamının merkezinde yer alır. Formal ya da informal bütün eğitim süreçleri, insan şahsiyetini cevherindeki kabiliyetler nispetince inşa etmeye matuftur. Bu bakımdan eğitim yalnızca bilgiyi aktaran yahut bir meslek kazandıran bir süreç olmanın ötesinde çok daha derin ve kapsayıcı bir fonksiyona sahiptir. İnsan yalnızca bilen, yapan, tüketen değil aynı zamanda düşünen, hisseden, anlam arayan bir varlıktır. Bu sebeple eğitim, bireyin yalnızca zihnini değil kalbini, estetik yönünü, ahlaki duyuşunu ve toplumsal sorumluluk bilincini de beslemelidir.
Hakikatli bir eğitim paradigması bireyde bütünlüklü, tutarlı ve derinlikli bir şahsiyet inşasını hedeflemelidir. Eğitim birçok bakımdan bir kültürlenme sürecidir. Kültür, bireyin beşerî bir varlık olarak yüksek seviyeli faaliyetlerle ilişkisini kuran, sürdüren ve bu faaliyetlerden zevk almasını mümkün kılan birikimi ifade eder. Bu birikimi temin etmesi bakımından eğitim sadece bireyin akademik başarısı yahut ekonomik üretkenliğini artırmak gayesiyle değil insanın insan olarak tekâmülüne hizmet etmek amacıyla anlamlı bir süreç hâline gelir. Tam da bu noktada Sadrettin Celâl Antel’in Maarifimiz ve Meseleleri eserinde dile getirdiği “tam kültür” kavramını hatırlamakta fayda var. Antel’in yaklaşımı esasında bir denge çağrısıdır. Ona göre eğitim, insanı sadece iktisadi düzenin alelade bir unsuru olarak değil kültürel, estetik ve düşünsel bir varlık olarak ele alan bir mesaidir. Bu bakımdan “tam kültür”, bireyin yalnızca teknik bilgiye değil edebiyattan sanata, bilimden ahlaka kadar geniş bir alanda derinlik kazanmasını öngörür.
Dünden Bugüne Eğitimin Niyesi, Eğitimin Nüvesi
Antik Yunan düşüncesinde eğitim (paideia), bireyin erdemli bir yurttaş ve yüksek karakterli bir insan hâline gelmesiyle özdeş tutulmuştur. Platon’un ideal devletinde eğitimin amacı yalnızca topluma hizmet edecek bireyler yetiştirmek değil aynı zamanda adil, ölçülü, cesur ve hikmet sahibi bireylerin ortaya çıkmasını sağlamaktır. Bu anlayışta insanın eğitimi, ruhunun ahenkle gelişmesiyle mümkündür. Bu geleneksel anlayışların ortak noktası, eğitimi yalnızca zihinsel değil aynı zamanda ahlaki, estetik ve ruhsal bir olgunlaşma süreci olarak ele almalarıdır. Bireyin iç dünyasını inşa etmeyen hiçbir eğitim, dış dünyaya da anlamlı bir katkı sunamaz.
İslam medeniyet sahasında eğitim, başından itibaren şahsiyet inşasıyla eş anlamlı düşünülmüştür. Talim, tahsil, tedris gibi kavramlarla birlikte kullanılan terbiye; Arapça kökenli bir kelime olup büyütmek, geliştirmek ve kemâle erdirmek anlamlarına gelir. İnsan, zihnini ve duygularını terbiye etmekle kıvam bulur. Sadece bilginin edinimini merkeze alan yaklaşımlar bütünlük algısını zedelerken parçalanmış/yaralı zihinler üretir. İnsanın biricikliğini kaybettiği, aynılaştığı yerde hikmet kaybolur ve ezici rekabet kaçınılmaz hâle gelir.
Batı’daki aydınlanma süreciyle birlikte bireyci yaklaşımlar ön plana çıkarken eğitim düşüncesi de bireysel özgürlük, akılcılık ve pozitif bilim ekseninde yeniden tanımlanmıştır. Elbette bu yönelimin kendi bağlamında makul gerekçeleri vardır ancak insanı sadece akla ve duyulara indirgeyen bu yaklaşımın ürettiği insan tipinin ahlaki ve estetik yönden zafiyet içinde olduğu yakın dünya tarihinin acılarla dolu sayfalarından okunmaktadır.
Rousseau’nun biraz da romantizmin verdiği heyecanla kaleme aldığı Emile adlı eserinde çizdiği model, çocuğun doğasına uygun bir eğitimle ahlaki bir birey hâline gelmesini öngörür. Bu modelde doğrudan ahlaki değerler öğretilmektense bireyin içinde bu değerlerin gelişmesine olanak tanınır. Bu yaklaşım, bireyin merkezde olduğu ama bütüncül bir gelişimi hedefleyen bir model sunar. Eserin yazarı Rousseau her ne kadar kendi hayatında bu eserde dile getirdiği fikirlerle çelişen hâller içine düşmüşse de abartılı rasyonaliteye yaslanan modern eğitim paradigmasına ilk anlamlı itirazı yapmıştır.
Modernitenin ilerleyen evrelerinde eğitim giderek daha işlevsel, daha teknik ve daha ekonomik bir zemine oturmuştur. Birey, piyasa için hazırlanacak bir kaynak eğitim de bu kaynağı şekillendiren bir araç olarak görülmeye başlanmıştır. Bu pragmatik yönelim Antel’in bahsettiği “tam kültür” idealinden uzaklaşma anlamına gelir. Zira sadece mesleki becerilerle donanmış ama estetik zevkten, düşünsel derinlikten ve ahlaki sorumluluktan yoksun bireyler, toplumun kültürel sürekliliğini sağlayamaz ve insanlığın ortak değerlerine katkı sunamaz.
Eğitimin nihai amacı, insanın kendini anlaması, dünyayı anlamlandırması ve anlamlı bir varoluş inşa etmesidir. Bireyin kültürel mirasla, estetik duyarlılıkla, ahlaki değerlerle donatılması onun sadece daha iyi bir birey değil aynı zamanda daha iyi bir toplumun ferdi olmasını sağlar. Zira bilgi insanı güçlü kılar ancak şahsiyetli bir insan bu gücü doğru kullanabilir. Eğitim işte bu şahsiyetin inşasında en temel vasıtadır.
Postmodern dönemde modern eğitim paradigmasının ürünü olan bu mekanik işleyişin insan ruhunu örseleyen marazlı tarafları kendini iyice göstermiş ve Batılı entelektüeller ve pedagoglar da benzer itirazları dile getirmişlerdir. Daha erken dönemde modern psikolojinin kurucularından Erikson’un bireyin gelişimini sekiz aşamada açıkladığı meşhur psiko-sosyal modelinde dile getirdiği üzere bireyin bu sekiz aşamayı sağlıklı tamamlaması bireyde “tutarlı bir benlik duygusu” oluşturur. Eğitim süreçleri temelde bireyin kimlik geliştirme sürecine destek olmalı ona iç ve dış dünyası arasında bir denge kurmasına yardımcı olmalıdır. Bütünlük ve tutarlılık en başta bahsini ettiğimiz “kıvam”ın bozulmaması bozulmuşsa da eğitim yoluyla yeniden kazanılması adına hayati önem taşır.
Şahsiyetin İnşasında Üç Esas
Eğitim sürecinin en önemli başarısı, güçlü, tutarlı ve anlamlı bir şahsiyetin inşasına ne ölçüde katkı sunduğuyla ölçülür. Zira şahsiyet; bireyin yalnızca dışarıdan gelen dikte ya da motivasyonlar istikametinde değil içselleştirilmiş ilkeler, değerler ve denge üzerine hareket etmesi ile inkişaf eder. Şahsiyet sahibi birey, sadece doğruyu bilen değil aynı zamanda doğru olanı yapmayı seçebilen kişidir. Bunun için eğitim süreçleri şu üç esas üzerine inşa edilmelidir:
Birincisi, zihnin gelişimi için hayati önem arz eden bilgidir. İnsanın onu hayata hazırlayacak temel bilgileri edinmesi, o bilgileri analiz edebilmesi, sorgulaması ve içselleştirmesi beklenen ilk kazanımdır. İçselleştirilen bilgi ve eleştirel düşünme anlamın inşa edilebilmesinin ilk şartıdır.
İkincisi, ahlaki derinliktir. Ahlak insanın yaratılışına/fıtratına münasip hâl ve davranışları benimsemesi anlamına gelir. Ahlak ancak iyi örnekler ve yaşantılar yoluyla kazanılabilir. Bu anlamda değerler eğitimi, müstakil bir ders başlığı yahut hazır bir paket olarak değil eğitim süreçlerinin bütününe kararınca işlenmesi gereken, sabırlı bir süreçtir.
Üçüncüsü ise eğitimde teori düzeyinde dahi en çok ihmal edilen estetik hassasiyet gelişimidir. Hâlbuki insanın güzelliğe meyli doğuştandır ve gelişime en açık yönü burasıdır. Bu meylin erken çocukluk döneminden itibaren desteklenmesi, gerekli yönlendirmelerin yapılması son derece önemlidir. Neticede sanat, edebiyat ve estetik duyarlılık bireyin ruhsal zenginliğini besler.
Günümüzde hem gelenekten hem modern pedagojinin birikiminden alınacak çok ilham vardır. Gelenek, insana dair kadim birikimi ve derinliği modernlik ise deneysel yaklaşımı, bilimsel düşünme disiplinini hatırlatır. Gerçekçi bir eğitim yaklaşımı, bu iki damar arasında sağlıklı bir denge kurabilmelidir. Ne bireyi gelenek adına bastıran ve yaşadığı çağa kör eden ne de özgürlük adına onu devam fikrinden uzaklaştırıp köksüzleştiren bir model kabule layık değildir. Bu sentez (terkip), bireyi sadece sınavlara değil hayata hazırlayan, sadece bilgiye değil hikmete ulaştıran bir eğitim anlayışını mümkün kılar. Bunun için öğretmenler sadece bilgi aktaran değil şahsiyetleriyle örnek olan rehberler olmalı okullar ise sadece akademik başarıyı ölçen, diploma veren kurumlar olmaktan çıkıp insani gelişimi merkeze koyan, hayat bulunan alanlara dönüşmelidir. Nitekim sadece çıkar elde etmeyi, her şeye rağmen kazanmayı, fırsatlar kollamayı değil anlamayı, anlamlandırmayı seven, öz saygısı ve ahenk duygusu gelişmiş şahsiyetler ancak bu zeminde yetişebilir ve sağlıklı toplumlar inşa edebilirler. Dile getirdiklerimiz, hiç tecrübe edilmemiş uzak idealler değil bilakis gereken irade ortaya konulduğunda mevcut işleyişten çok daha az maliyetli, oldukça makul, uygulanabilir ve insan tabiatına uygun prensiplerdir.