Türkiye’de Lise Eğitimi: “Esnek ve Sade” Bir Model Mümkün mü?
Lise eğitimi, yükseköğretimin ve istihdamın niteliğini belirleyen en kritik aşamalardan biri. Ancak ülkemizdeki yoğun ve zorunlu ders programları, meslek liselerine yönelik olumsuz algı ve müfredatın hayattan kopuk içeriği, lise eğitiminde köklü bir vizyon değişimini zorunlu kılıyor. Peki, nasıl bir lise eğitimi? Yeni bir vizyon için hangi adımlar atılmalı? Lise eğitiminde esnek ve sade bir model mümkün mü?
Türkiye’de liseler 19. yüzyıldan bu yana varlığını sürdürmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde modern eğitim kurumlarının temelleri atılmış ve ilk liseler “idadi” ve devamında “sultani” adıyla açılmıştır. 1924 yılında, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim sistemi birleştirilmiş ve liseler, Cumhuriyet'in eğitim politikaları doğrultusunda yeniden yapılandırılmıştır.
20. yüzyıl boyunca Anadolu liseleri, fen liseleri, imam hatip liseleri ve meslek liseleri gibi farklı lise türleri ortaya çıkmış ve çeşitlilik artmıştır. 2012 yılında, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasıyla birlikte lise eğitimi tüm öğrenciler için zorunlu hale getirilmiştir. Güncel verilere göre bugün Türkiye genelinde 12 bin 506 lisede 5 milyon 796 bin 881 öğrenci kayıtlı bulunmaktadır. Net okullaşma oranı ise %87,97 olmuştur.
Kaynak: MEB İstatistikleri
Lise eğitimine katılımda okullaşma oranının bu düzeye ulaşması elbette değerlidir. Ancak bu oranla ilgili beraberinde sorulması gereken asıl soru, artan okullaşma oranlarına paralel olarak lise
eğitiminin verimliliğinin ve niteliğinin artıp artmadığıdır. Liselerde eğitimine devam eden gençlerle, öğretmenlerle ve yöneticilerle yaptığım görüşmelerde, okullaşmada sağlanan olumlu gelişmenin verimlilik ve niteliğe tam anlamıyla yansıtılamadığı vurgulanmaktadır. Bunun temelinde yatan en önemli sebeplerden biri olarak, lise eğitiminin istekli ya da isteksiz tüm öğrenciler için zorunlu olması ve okulların bu durumu yönetmekte zorlanmaları ifade edilmektedir. Dünya genelinde, aralarında ABD, İngiltere, Çin ve Güney Kore gibi ülkelerin de bulunduğu çoğu gelişmiş ülkede lise eğitimi ya zorunlu değildir ya da 16 yaşına kadar zorunlu ve ücretsiz olarak sunulmaktadır. Bu sürecin ardından ise öğrenciler, kariyer hedeflerine uygun şekilde akademik, teknik veya mesleki rotalarını kendileri belirlemektedirler.
Ders Programlarında Esnek Modeller ve Sadeleşme
Türkiye’de lise eğitimi alan bir öğrenci, haftalık ortalama 40 ders saati boyunca derslere katılmak zorundadır. Bu da günde 7-8 saat ders almak anlamına gelmektedir. Öğrencilerin ilgi ve ihtiyaçlarına göre herhangi bir esneklik bulunmamaktadır. Dolayısıyla, lise çağındaki her öğrenci, ilgisi veya yeteneği olmasa da beden eğitimi ve görsel sanatlar gibi dersleri almak zorunda kalmaktadır.
Öte yandan, yapay zekâ çağında yaşadığımız günümüzde, örneğin fen liselerinin ders programında bilişim teknolojileri dersi sadece hazırlık sınıfında zorunlu olarak yer almaktadır. Analitik düşünme ve iktisadi okuryazarlığın her geçen gün daha fazla ehemmiyet kazandığı günümüzde, okullarımızda temel iktisat derslerine yer verilmemesi, eğitimin hayata uyarlanabilirliğini sorgulatmaktadır.
Bilhassa 16 yaşa kadar öğrencilerin iyi ve nitelikli bir programla lise eğitimi alması önemlidir. Ancak daha da önemlisi, 10. sınıftan itibaren öğrencilerin akademik ve mesleki hedeflerine uygun, daha sade ve esnek bir ders programıyla eğitim hayatlarını sürdürmeleridir. Bunun yanında, toplumsal sorumluluk çalışmalarına katılmaları, iş yaşamını tanımaları ve girişimcilik deneyimleri edinmeleri desteklenmeli ve bu içerikler mutlaka programlara dahil edilmelidir.
Genç Girişimciliğini Destekleme
Lise döneminde, kendi işini kurmayı deneyen pek çok gençle tanışıyorum. Yaratıcı fikirlerini hayata geçirmek ve girişimcilik yolunda adım atmak isteyen gençler, ne yazık ki birçok engelle karşılaşmaktadır. Bu engellerin başında ise, gençlerin haftalık 35 ila 40 saat süren yoğun ve zorunlu ders programlarına katılmak zorunda olmaları gelmektedir. Bu yoğun akademik tempo, öğrencilerin bireysel projeler geliştirmelerini ve girişimcilik yolunda adım atmalarını önemli ölçüde zorlaştırmaktadır. Oysaki, lise dönemi, gençlerin yenilikçi fikirler üretmeye en yatkın oldukları dönemlerden biridir ve bu nedenle eğitim sisteminin bu süreci desteklemesi gerekmektedir.
Aslında, her lise, gençler için bir girişimcilik ve proje geliştirme merkezi haline gelebilir. Gençler, problem çözme becerilerini geliştirebilecekleri, iş dünyasını tanıyabilecekleri ve girişimcilik ekosistemine dahil olabilecekleri ortamlarla desteklenmelidir. Bu noktada, TÜBİTAK tarafından düzenlenen “2204-A Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışması” oldukça kıymetlidir. Çünkü bu tür yarışmalar, öğrencilerin analitik düşünme, bilimsel araştırma ve proje yönetimi gibi becerilerini geliştirmelerine büyük katkı sağlamaktadır. Ancak, bu projelerin hazırlanabilmesi için mevcut ders programlarında proje geliştirmeye dönük özel zaman dilimleri bulunmamaktadır.
Öğrenciler ve öğretmenler için bu projeleri gerçekleştirmek, genellikle ders saatleri sonrasında ve hafta sonlarında ayrılan zamanlarla mümkün olabilmektedir. Bu durum ise, projelerin potansiyelini tam anlamıyla ortaya koymalarını engellemektedir. Oysa, eğitim sisteminde yapılacak küçük ama etkili değişikliklerle, lise çağındaki gençlerin girişimcilik ruhu çok daha güçlü şekilde desteklenebilir. Örneğin, okullarda proje geliştirme saatleri ayrılabilir ve öğrencilerin kendi iş fikirlerini geliştirebilecekleri özel laboratuvarlar veya “maker” atölyeleri oluşturulabilir.
Ayrıca, lise öğrencilerine iş dünyasından mentorlarla buluşma, start-up ekosistemine dahil olma ve kendi projelerini yatırımcılara sunma gibi fırsatlar da sunulmalıdır. Böylelikle, gençler yalnızca teorik bilgi edinmekle kalmaz, aynı zamanda gerçek hayat deneyimleri kazanarak geleceğin başarılı girişimcileri olma yolunda önemli adımlar atabilirler. Eğitimde girişimcilik dostu bir yaklaşım benimsenirse, lise çağındaki gençlerin fikirlerini hayata geçirme ve ekonomik katma değer yaratma süreçleri çok daha erken yaşlarda başlayabilir.
Mesleki ve Teknik Eğitimin Toplumsal Algısı
Liselerde vizyon değişikliği söz konusu olacaksa şüphesiz öncelikle ele alınması gereken mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarıdır. Türkiye’de mesleki ve teknik liseler 1930’lardan beri eğitim hizmeti sunsa da bu alanın temellerinde geleneğimizdeki ahilik teşkilatları ve icazetnameleri vardır. 19. yüzyılda ilk kurumsal adımları atılan mesleki ve teknik eğitimin köklü bir tarihe ve geleneğe sahip olmasına rağmen bugün toplumsal nazarda hak ettiği itibarı görememesinin arkasındaki nedenleri doğru okumak gerekir. 28 Şubat’ta alınan katsayı kararlarının mesleki ve teknik eğitime tarihinde en büyük darbeyi vurduğu hepimizin malumudur. Bu darbenin izleri yeni yeni silinmeye çalışılsa da yeni dönemde mesleki ve teknik eğitimle ilgili toplumsal algıyı düzenleyici istikrarlı ve tutarlı kararlara ihtiyaç vardır. GENAR tarafından hazırlanan Türkiye Raporu'nda yer alan ve aşağıdaki tabloda gösterilen araştırma sonuçları, mesleki ve teknik liselere ilişkin toplumsal beklentileri ve algıyı anlamak açısından önem taşımaktadır.
Tabloda yer alan veriler, Türkiye’de mesleki eğitimle ilgili yüksek bir toplumsal beklentinin bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Özellikle meslek liselerinin kalitesinin artırılmasına yönelik talep dikkat çekicidir.
Bununla birlikte, mesleki ve teknik eğitimin birbirinden ayrıştırılması önemlidir. Mesleki eğitim ile teknik eğitim, ayrı stratejilerle politika üretilmesi gereken müstakil alanlardır. Özellikle bölgesel ve yerel düzeyde açılan programlarda, öğrencilerin tercihleri kadar, bölgenin ve ilin insan kaynağı ihtiyaçlarına uygun programların açılması ve gençlerin bu alanlara yönlendirilerek teşvik edilmesi büyük önem taşımaktadır. Örneğin, İstanbul ve Kars gibi sosyo-ekonomik yapıları farklı iki şehirde öğrencilerin aynı programlara ilgi göstermesi, bölgesel ihtiyaçlar göz önüne alındığında beklenen bir durum değildir. Mesleki ve teknik eğitimde önemli bir katkıya sahip olan usta öğreticilerin desteklenmesi, öğrencilerin girişimciliklerinin teşvik edilmesi için bu kurumlardaki döner sermaye sistemlerinin reforme edilmesi gerekmektedir. Mesleki Eğitim Merkezlerinde (MESEM) öğrencilerin iş yaşamına uyum süreçleri okulların koordinasyonunda daha etkin izlenmeli ve kontrolleri sağlanmalıdır. Mesleki ve teknik eğitim kurumlarındaki öğretmenlerin yeterlilikleri her yıl güncellenmeli ve mesleki gelişimleri izlenmelidir.
Özetlemek gerekirse, tüm lise türleri için ciddi bir vizyon değişikliğine ihtiyaç vardır. Çünkü lise eğitimi, bireyin kendini keşfetmesini, akademik bilgiyle donanmasını, kariyer hedeflerini belirlemesini ve topluma faydalı bir birey haline gelmesini sağlayan kritik bir süreçtir. Eğitimin bu aşamasının güçlü ve esnek olması, bir ülkenin bilim, ekonomi ve sosyal refah düzeyini doğrudan etkiler. Bu nedenle, iyi planlanmış ve herkes için erişilebilir bir lise eğitimi, güçlü bir eğitim sisteminin vazgeçilmez bir parçasıdır.