NURSEN TEKGÖZ

İletişim Krizinden Toplumsal Dönüşüme: Dijital İçerikler ve Aile

Dijital teknolojilerin hızla yayılmasıyla dünya nüfusunun büyük çoğunluğu artık internet kullanıyor. Bu değişim, aile içi iletişimi yeniden şekillendiriyor, ebeveyn-çocuk ilişkilerini etkiliyor ve toplumsal güvensizlikleri artırıyor. Dijital çağda bu gelişmeler sürerken aile nasıl korunabilir?

Dijital teknolojilerin kullanım düzeyi ve etkileri tarihteki tüm yeniliklerden daha hızlı bir şekilde artıyor. Uluslararası Telekomünikasyon Birliğine (ITU) göre 2005’ten bu yana dünya çapında internet kullanan nüfus dört kat artarak yüzde 67’ye ulaştı. Bu hızlı büyüme insanları birbirine her zamankinden daha fazla bağlı/ bağlantıda kılsa da ekonomik, politik, sosyal ve kültürel olarak daha zor yönetilen bir dünyaya kapı aralıyor.

Kuşkusuz dijitalleşmenin yarattığı çok boyutlu dönüşümlerin ve yeni tip eşitsizliklerin global ölçekte ve çok hızlı bir şekilde yayılması aile yaşamını üzerinde önemle durulması gereken bir hâle getiriyor. Nitekim aile, dijitalleşmeye bağlı olarak ivmelenen ve çevrim içi deneyimlerle yeniden yapılanan baş döndürücü bir dönüşüme uğruyor. Üstelik bu dönüşümün etkileri oldukça kapsamlı bir şekilde tezahür ediyor; çünkü aile içi iletişim çoklu ortamlara kayarak bir yandan bireyselleşirken diğer yandan kurumsallaşan hatta ticarileşen bir görünüm sergiliyor (Beck & Beck-Gernsheim, 2002). Durkheim’a göre böylece toplumun en küçük yapı birimini oluşturan aile ahlaki ve duygusal bağların kurulduğu, toplumsal normlar ve değerlerin içselleştirildiği, düzen ile dayanışmanın birincil kaynağı olan bir kurum olarak son derece kritik bir sorun alanına dönüşüyor.

Problemli Ebeveynlerin Problemli Çocukları: Medyada Aile Temsili ve Travma Mesajı

Günümüzde aile yaşamının en mahrem konularının ve beraberinde getirdiği sorun yumağına dönüşmüş ilişkilerin yer aldığı içerikler daha fazla izleniyor diğer bir deyişle reyting yapıyor. İçeriklerde problemli ebeveynlerin problemli çocukları teması sıklıkla işleniyor. Bu içerikler, bireyin problemli karakterinden tamamen ailesinin sorumlu olduğu, örtük bile denemeyecek açıklıkta bir travma mesajıyla inşa ediliyor. Öte yandan bir şekilde kendi yolunu bulmuş, başarılı bir kariyere sahip karakterler ise ailesinden tümüyle bağımsızlaşmış, tek başına var olmuş bireyler olarak temsil ediliyor. Öyle ki yirmili yaşlarının sonunda ancak “ülkenin en güçlü iş insanları” listesinde yer alan bu karakterlerin başarıları da ailelerinden koptukları veya bir aileye dahi sahip olmadıkları kök nedenine dayandırılarak vurgulanıyor. Ana fikri ebeveynlerin olumsuzlanmasına dayanan böyle içerikler geleneksel ve yeni medya araçlarıyla giderek yaygınlaşarak genel izleyici kitlesine uygun akıllı işaretlerle gösterime sunuluyor.

Bireylerin iş ve özel yaşamda karşılaştığı tüm aksaklıkların müsebbibinin “ailesi” olduğu yönündeki alt metne sahip bu tür içerikler dijitalleşme çağı ve terapi endüstrisinin kesişmesiyle kontrolsüz bir akıma dönüşüyor. Televizyon ve dijital yayın platformlarında uzun uzadıya ele alınan travmanın kaynağı ebeveyn teması Instagram terapistlerinin 1,5-2 dakikalık videolarında pekiştirilerek; örneğin “işlerinizi erteliyorsanız ebeveynleriniz tarafından sürekli baskılanarak, koşullu sevilerek büyütüldünüz” şeklinde kalıplara sıkıştırılıyor. Dolayısıyla bu akım, ailenin fertleri arasındaki ilişkileri zedelemenin ve irade kavramına açtığı baş kaldırının yanı sıra ailenin en temel işlevlerinden biri olan ilk öğrenme merkezi özelliğine de ket vuruyor. Aile içi iletişim ve ilişkilerin yanı sıra iradeye bakışın zedelenmesi nesil-öğrenme ilişkisinin sağlıklı bir aktarım mekanizması olarak işlemesini engelliyor.

Dijitalleşme ve Medya İçerikleri: Aile İçi İlişkiler ve Toplumsal Güvensizlik

İngiliz sosyolog Anthony Giddens aileyi, bireyin ontolojik güvenlik alanı olarak tanımlar. Ontolojik güvenlik bireyin kendine, dünyaya ve geleceğe dair olumlu bir bakış açısına sahip olmasını da içerir. Aile fertleri birbirlerinden aldıkları mesajlarla kendilerini değerli veya değersiz, güvende veya güvensiz hissederler. Bu durum onların psikososyal ve sosyokültürel konumlarını, işlevselliklerini ve ruhsal durumlarını etkiler. Aile içi ilişkinin iyileşebilmesi için problem çözme, paylaşım, roller, davranış kontrolü, duygulara dâhil olabilme ve karşılık verebilme gibi unsurlar oldukça önemlidir.

Oysa ekran süresinin yükselişine paralel olarak dijital içeriklerin de ebeveyn-çocuk arası güvensizliği derinleştirecek şekilde artması; ailelerde iletişim dinamiklerinin zedelenmesini, güçlü bağların kırılmasını, rol kayıplarının artışını, ebeveyn otoritesinin yitimini ve nesiller arası bilgi ve deneyim aktarımının giderek azalmasını kaçınılmaz kılıyor. Günün sonunda bu durumun nedenlerini sorgulama eğilimi taşıyan bireyler, sürekli olarak problemin kaynağını ebeveynlerinde bulacağı bir dijital içerik ve terapi baskısına maruz kalıyor. Gelinen noktada yaşadığı sorunların kaynağında başkalarını özellikle ebeveynlerini bulan, bu sebeple çözüm arayışından mahrum kalan bir davranış kalıbı giderek yaygınlaşıyor. Bu durum bireyin kendi sorunlarını çözebilme kapasitesini ve hayatındaki sorumluluk alanlarını da daraltma riskini beraberinde getiriyor. Böylece aile dijital beceriden yoksun kullanımların da etkisiyle dışsal uyarıcılara daha fazla maruz kalarak fertleri için güvenli bir liman olma özelliğinden gittikçe uzaklaşıyor.

Ailede güven ilişkisini kuramayan ve psikolojik olarak kırılganlaşan bireyin “ötekiyle” ilişkisi de problematik hâle gelerek toplumsal kurumlar ve normlarla bağı zayıflıyor. Böylece bu mesele giderek aile içi ilişkilerden öte önemli bir toplumsal soruna; sosyal güvensizliğe yol açıyor. Bu noktada, günümüzde eğitimcilerin, araştırmacıların ve karar vericilerin, sosyoloji biliminin ortaya çıkmasına sebep olan şu köklü sorunun yanıtını, bu kez dijitalleşmeyi baz alarak bulmaları elzem hâle geliyor: “Birlikte nasıl yaşayabiliriz?”

Dijital İçerikler ve Dezenformasyon: Toplum Olma Bilinci Üzerine Yeni Bulgular

Enstitü Sosyal bünyesinde gerçekleştirilen “Dijital Çağda Aile: Yeni Nesil Bağlar ve Dinamikler” başlıklı proje bu kapsamda önemli bir çabaya işaret ediyor. Proje kapsamında gerçekleştirilen saha çalışmasında ebeveynler ve çocuklarıyla derinlemesine mülakatlar gerçekleştirildi. Ortaya çıkan sonuçlara göre sosyal güvensizliğin artışında dijital araçlar aracılığıyla izlenen/takip edilen ve “gerçek olaylardan alıntılanmış” içeriklerin artışının yanı sıra doğruluğundan şüphe duyulan haberlerin yani dezenformasyonun yoğunluğunun da başat rol oynadığı anlaşılıyor. Bu çerçevede hazırlanan raporda dijitalleşmenin etkilerinin aile içi iletişim ölçeğinin ötesine geçerek çok ciddi makro boyutları olduğuna dikkat çekiliyor. Ayrıca ailenin güven, iş bölümü ve sosyal düzenin öğrenilmesi üzerindeki başat işlevini kaybetme risklerinin artışı üzerine daha sık konuşulması ve bu risklere karşı önlem alınması ihtiyacı vurgulanıyor. Raporda ayrıca dijital pratikler ile bu pratiklerin aile kurumunda meydana getirdiği ve yeniden şekillendirdiği ilişkilerin roller, algılar, tutumlar, ağlar, sorunlar, kazanımlar, ihtiyaçlar, kamudan talep ve beklentiler şeklinde geniş bir çerçevesi bulunduğuna özellikle dikkat çekiliyor. Enstitü Sosyal, proje çerçevesinde ilgili aktörleri aksiyon almaya teşvik etme amacı taşımakla beraber özellikle kamu, yerel yönetimler, sivil toplum, özel sektör ve uluslararası kuruluşlar arasındaki dijital iş birliği, yazılım, bileşen ve cihazların geliştirilmesinde şeffaflığı ve kaliteyi artırma konusunda da daha fazla düşünmeye davet ediyor.

Diğer yandan teknoloji kullanımında esas meselemizin, bireylerin çevrim içi fırsatlara erişimini kolaylaştırırken aynı zamanda onu teknolojinin potansiyel zararlı etkilerinden nasıl koruyacağımız olduğunu hatırlatmak faydalı olacaktır. Nitekim teknoloji tek başına ne iyi ne de kötüdür. Teknolojiyi iyi veya kötü kılacak unsur onu yönetme biçimidir. Bu kapsamda dijital teknolojinin kötüye kullanılmasına karşı toplumsal dayanıklılığın oluşturulmasında tüm vatandaşların rol oynayabileceğini/oynaması gerektiğini hatırlatmak gereklidir. Nitekim hepimizin dijital teknolojilerin politik, sosyal, kültürel ve ekonomik etkilerine ve bunları sorumlu bir şekilde kullanmanın ne anlama geldiğine dair anlayışımızı derinleştirmemiz ve bu yönde çok paydaşlı iş birliği yaklaşımlarının sergilenmesi gerekliliği de açıktır. Şüphesiz hem “aile kalabilmek” hem de “birlikte yaşayabilmenin” yollarını bulmak herkesin elini taşın altına koyacağı bir anlayıştan ileri gelecektir.

 

Kaynakça

Beck, U. & Beck-Gernsheim, E. (2002).  Individualization: Institutionalized individualism and its social and political consequences. Sage.

  1. (ty). The impact of digital technologies. https://www.un.org/en/un75/impact-digital-technologies(E.T: 10.06.2024)

Durkheim, Emile. (1960). The Division of Labour in Society. Glencoe, Ill.: The Free Press.

Giddens, A. (1986). The Constitution of Society:Outline of the Theory of Structuration. Polity Press.

International Telecommunication Union (ITU). (2023).  ICT data for the world, by geographic regions, by urban/rural area and by level of development. https://www.itu.int/en/ITU-D/Statistics/Pages/stat/default.aspx (E.T: 12.06.2024)

 

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.