SELÇUK AYDIN

Sosyal Bilimlerin Dekolonizasyonu ve Yeni Yaklaşımlar için Platform Arayışı

Dekolonizasyonun 1960’lı yıllarda siyasal alanda ivme kazanması, sosyal bilimlerde de önemli tartışmaları tetiklemiştir. Bu girişim kapsamında yapılan çalışmaların akademik bir disiplin hüviyeti kazanması 1970’leri bulsa da sömürgecilik karşıtı metinler ve bu çizgide duran bir kesimin varlığı daha sömürgeciliğin ilk dönemlerde ortaya çıkmıştır.     Örneğin, İspanya’nın Amerika’daki sömürülerinin birinci ağızdan anlatıldığı Yerlilerin Gözyaşları” isimli kitap, 1552’de bu döneme tanıklık eden Bartolomé de Las Casas tarafından yazılmıştır.

Sömürgecilik alanında gerçekleştirilen akademik çalışmalara bu alanda önde gelen isimlerden biri olan Georges Balandier'in 1951 tarihinde yazdığı "Kolonyal Durum" adlı metin örnek olarak gösterilebilir. Bu çalışmasında Balandier, sosyal bilimlerin sömürgeleştirme çabalarında bir araç olarak kullanıldığını vurgulamış, bunun önüne geçmek için tarihi, sosyolojik ve politik analizlerde temel alınan “Batı” ve “Ötekiler” ikilemi anlayışından kurtulmanın gerekliliğini dile getirmiştir.

Ulusların bağımsızlıklarını kazandığı ve ulus devletlerin güçlendiği bir dönem olarak tanımlanan 1960’lı yıllarda Birleşmiş Milletler'in emperyalizmi ve sömürgeciliği bir suç olarak tanımlaması yeni bir süreci başlatmıştır. Bu dönemde dekolonizasyon tartışmaları gündemde olmaya devam etmiş, bunu yanında Michael Hardt ve Antonio Negri’nin İmparatorluk adlı eserinde ele aldığı gibi, yeni sömürgecilik tartışmaları doğmuştur. Yeni tartışmaların meydana çıkmasına neden olan bu atmosfer, akademide de önemli entelektüel ayrışmalara yol açmıştır.

Sosyal bilimlerde gözlemlenen bu önemli akademik gelişmelerin yanı sıra, asıl merak uyandıran husus, dekolonizasyonun Batı akademisi dışındaki İslami ve Batı dışı perspektiflerde nerede konumlandığıdır.  Bu bağlamda yapılan sorgulamalar sonucu, Batı dışı toplumlarda 19. yüzyıldan beri "batılılaşma" olarak adlandırılan sürece farklı bir gözle bakabilir ve düşünce akımları bizatihi dekolonizasyon çerçevesinde değerlendirebiliriz. Bunun ötesinde, dekolonyal düşüncelerin temelini, Batı dışı toplumlardaki düşünürlerin ve toplumsal hareketlerin fikirlerinde bulmak mümkündür.

Endonezya Uluslararası İslam Üniversitesi ve Enstitü  Sosyal'in Endonezya’nın başkenti Jakarta şehrinde ortaklaşa düzenlediği Sosyal ve Beşeri Bilimleri Dekolonize Etmek: İslami ve Batı Dışı Perspektifler başlıklı konferans, bu misyonu gerçekleştirmek için atılmış önemli bir adımdır. Alanın önde gelen akademisyen ve düşünürlerinin yoğun katılımıyla gerçekleşen bu 15 oturumluk uluslararası etkinlik, Batı merkezli sosyal bilim anlayışının sorgulandığı ve alternatif perspektiflerin cesurca tartışmaya açıldığı verimli bir platform sunmuştur. Türkiyeli ve Endonezyalı akademisyenlerin yanı sıra, dünyanın dört bir yanından gelen katılımcılar, bu meselenin evrensel boyutunu ve farklı coğrafyalardan yükselen dekolonizasyon arayışının canlılığını açıkça ortaya koymuştur.

Kıdemli ve Genç Akademisyenlerin Paylaştığı Platformda Derinlikli Tartışmalar

Konferansın en verimli yönlerinden biri, genç akademisyenlerin sunumlarına kıdemli isimlerin katılım göstermesi, karşılıklı tartışarak mevzuları derinlemesine ele almanın mümkün olduğu bir atmosfer yaratılmasıydı. Özellikle "İslami Çalışmaları Dekolonize Etmek" başlıklı Dr. Aria Nakissa’nın moderatörlüğünde yürütülen oturumda zihin açıcı sorgulamalarla bu duruma örnek gösterilebilecek kıymetli anlar yaşandı. Genç akademisyenlerin sunumlarının akabinde Prof. Recep Şentürk, Prof. Joseph E.B. Lumbard, Prof. Salman Sayyid ve Prof. Lena Salaymeh gibi değerli isimlerin, günümüz dünyasında İslam’a farklı yaklaşımlar üzerine gerçekleştirdikleri derinlemesine tartışma, panelistlerin de katılımıyla beraber gelenek, modernite, post-modernite başlıkları bağlamında ve temel felsefi referanslar ekseninde bir saatten fazla uzayarak katılımcıların yoğun ilgisini çekti.

Konferansın davetli konuşmacılarının oturumlarında da oldukça verimli ve faydalı konular ele alındı. Prof. Lena'nın Arapçadan İngilizceye gerçekleştirilen çevirilerde dilin kültürel, tarihsel ve bilgisel bağlamından koparıldığına ve yapılan çevirilerin yarattığı epistemolojik sorunlara dikkat çekmesi, Prof. Farish A. Noor'un Wittgenstein üzerinden düşünce ve eylem arasındaki ilişkiyi dil çerçevesinde irdelemesi, ve Prof. Sayyid'in sömürgeci mirasın şekillendirdiği tarihsel ve kavramsal dünyayı yeniden inşa etme çağrısı, konferansın entelektüel derinliğini ve özgünlüğünü perçinledi.

Konferans boyunca yapılan tartışmalarla ilgili dikkat çekilmesi gereken noktalardan biri şu ki; uzun uzadıya yapılan tartışmalar Batı düşüncesinin yapı sökümü ile sınırlı kalmadı, Batı düşüncesine alternatif sunma yönünde de aksiyon alındı. Prof. Recep Şentürk'ün "multi-plexity" kavramı üzerinden yeni bir okuma önerisi ve yerel unsurlarla İslam'ın nasıl bütünleştiğine dair ufuk açıcı fikirleri, ayrıca Prof. Komaruddin Hidayat’ın Endonezya'nın geçmişiyle barışçıl aynı zamanda 21. yüzyıl dünyasına entegre olması üzerine sunduğu perspektif, yapıcı ve alternatif yaklaşımların konferansta önemli bir yer tuttuğunu gösterdi.

Dekolonizasyonun Uluslararası Politikadaki Yansımaları

Konferansta ortaya çıkan tartışmalar, sosyal bilimleri dekolonize etmenin artık sadece akademik bir tercih olmanın ötesine geçtiğini, küresel güç dengelerindeki değişimlerin ve entelektüel birikimin dayattığı kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Günümüz gelişmelerine bakıldığında, Asya'nın yükselişinin, Batı merkezli dünyanın sarsılmaz gibi görünen hegemonyasını derinden sarstığı yadsınamaz bir gerçek. Çin ve Amerika arasındaki ticaret savaşlarında alternatif ülke olarak Hindistan’ın anılması, küresel sorunlara çözüm arayışında Batı dışı coğrafyaları adres olarak görülmekte ve bu coğrafyalar dünya politikasında özne olmaya doğru gitmektedir. Dahası, bu coğrafyanın dünyanın en yoğun nüfusuna sahip olması, gelecekteki küresel güç dengelerinde Asya'nın merkezi bir rol oynayacağının gösteriyor.

Tarihi Hegel’in ilerlemeci tarih anlayışından farklı bir perspektiften okuduğumuzda, Jakarta'daki modern gökdelenler yerine, bu coğrafyanın zengin antropolojik hikayesine odaklanmanın, geçmişi anlamak ve günümüzün karmaşık sorunlarına özgün çözümler üretmek için çok daha verimli bir yaklaşım sunduğu görülüyor. Konferansın gerçekleştiği Jakarta'da iklim dolayısıyla kış mevsimi yaşanmamasına rağmen, yılın belli dönemlerinin kış olarak adlandırmaları dahi, zihinlerimizi Batı merkezli tanımlamalardan arındırmamız gerektiğini çarpıcı bir şekilde göstermektedir.

Tarihsel Perspektifle Yeni Bir Anlayış

Tarihsel süreci Batı merkezli okumak yerine, Prof. Salman Sayyid'in vurguladığı gibi 1453 (İstanbul'un Fethi) ve 1492 (Amerika'nın "keşfi" yerine Granada’nın düşüşü) gibi dönüm noktalarını kolonizasyon sürecinde kritik eşikler olarak konumlandırarak yorumlamak gerekmektedir. Tam da bu noktada belkide uluslararası ilişkilere yeni bir okuma getiren Ayşe Zarakol'un "Yenilgiden Sonra: Doğu Batı ile Yaşamayı Nasıl Öğrendi?" sorusunu tersine çevirerek sorduğu "Yenilgiden Sonra: Batı Doğu ile Yaşamayı Nasıl Öğrendi?" sorusunu sormak, sömürgecilik tarihini anlamak için yeni bir perspektif sunmaktadır.

Salman Sayyid’in tarihin dönüm noktalarından biri olarak ele aldığı 1453 İstanbul’un fethinden sonra yaşananlar, aslında günümüzdeki bazı küresel politik süreçlerle paralellik göstermektedir. Doğu Roma İmparatorluğu'nun çöküşüyle birlikte, dönemin Papa’sı Osmanlı ile ticareti yasaklamış, aynı dönemde Reconquista hareketiyle İspanya ve Portekiz coğrafyasından Müslümanların etnik temizliği olarak nitelendirilebilecek bir süreç başlatılmıştır. Osmanlı ile ticaretin engellenmesi, yeni ticaret yollarının arayışına yol açmış ve küresel tarihin seyrini değiştirmiştir. Tarifelerin ve ticaret savaşlarının gündemde olduğu bu dönemde de, benzer şekilde tarihsel bir kırılma anının eşiğinde olup olmadığımızı sorgulamak kaçınılmaz hale gelmektedir.

Batı'nın kendisini tarihin başlatıcısı ve evrensel model olarak sunan anlatısının aksine, Sharman "Zayıfları İmparatorluğu (Empires of the Weak)" adlı eserinde, Batı'nın 18. yüzyıla kadar Doğu'ya karşı belirgin bir teknolojik üstünlüğü olmadığını belirtiyor. Tam da bu noktada Sharman, Batı’nın küresel kolonileşme sürecini nasıl başlattığını anlamak için yeni bir çerçeve sunuyor. Bu çerçevede Batı dünyası zayıf coğrafyalarda doğrudan sömürgecilik, diğer bölgelerde ise  Wallerstein’in Dünya Sistemi teorisinde açıkladığı gibi bağımlılık ilişkileri kurarak dolaylı bir hakimiyet kuruyor. Bu süreci kavramak Batı'nın yükselişinin karmaşık ve çok katmanlı nedenlerini anlamamızı sağlıyor.

Ancak bu kadim uygarlıkların tek amacı Batı'nın üstünlüğünü kabul etmek ve onun modelini taklit etmek değildi. Siyasi erkler ilk aşamada askeri gücü ve kurumları modernleştirme yoluna gitse de entelektüeller kendi özgün kültürel ve düşünsel birikimleriyle Batı'daki gelişmeleri eleştirel bir şekilde değerlendirmişlerdir. Osmanlı'daki Yeni Osmanlılar hareketi, bu entelektüel direnişin ve özgün sentez arayışının çarpıcı bir örneğidir.

Akademinin Ötesine Taşan Bir İhtiyaç

Prof. Syed Farid Alatas'ın konferansta dile getirdiği bir diğer önemli nokta, dekolonizasyon konusuna akademide artan ilginin, ortalama insanların günlük deneyimlerinde de yankı bulduğu ve konuşulduğu gerçeğidir. Bu durum özellikle medyada yakinen müşahede edilmekte ve bu konuda üretilen içerikler izleyiciler tarafından yoğun olarak tüketilmektedir.

Enstitü Sosyal'in bu alanda gerçekleştirdiği online dersler, yaz okulları, okuma grupları ve müfredat çalışmaları, dekolonizasyon çabalarının sadece akademik çevrelerle sınırlı kalmadığını gösteriyor. Konferansın Jakarta'da düzenlendiği gün, İstanbul'da da Prof. Dr. Halil Berktay, Asst prof.Akşin Somel, Dr. Hakan Erdem ve Dr. Alp Eren Topal gibi önemli tarihçiler ve tarih öğretmenlerinin katılımıyla yapılan müfredat toplantısı, bu çabaların somut ve yapısal adımlarla ilerlediğinin bir kanıtıdır. Toplantıda yeni bir lise tarih ders kitabının yazılmasının ötesinde kolonizasyon ve sömürgeciliğin tarihinin ve bugün hangi formlarda karşımıza çıktığının farklı araçlar aracılığıyla anlatılmasının önemi vurgulanmıştır. Kolonizasyon tarihi ile ilgili gerek kavramsal düzeyde ve gerekse nasıl öğretilebileceğine ilişkin yapılan tartışmalar neticesinde batı hegemonyasının tartışıldığı bu günlerde kolonizasyon ve sömürgecilik meselesinin toplum nezdinde gündeme getirmenin yaşanan dönüşümün bir parçası olduğuna dikkat çekilmiştir. Her ne kadar Türkiye bir koloni geçmişi yaşamamışsa da toplumsal ve siyasi ilişkilere farklı perspektiflerden bakabilmek adına sömürgeciliğin liselerde okutulması ve toplum nezdinde tartışılması Jakarta’da yapılan konferansı ve benzeri girişimlerin anlaşılmasını daha billur hale getirecektir.   

Krizler Çağında Yeni Çözüm Arayışları

Sonuç olarak, Jakarta'dan yükselen bu güçlü ses, Batı'nın demografik sürdürülebilirliğini yitirdiği bu çağda, tüm toplumların tarihin eşit ortakları olduğu gerçeğiyle yeni sorgulamalar yapmamız gerektiğini net bir şekilde işaret ediyor. Elli yıl önce Avrupa nüfusunun yarısı kadar olan Afrika'nın bugün iki katına ulaşması, küresel ekonomik gücün Asya’da belirgin bir denge unsuru haline gelmesi ve yakın gelecekte Afrika’nın da önemli bir küresel aktör olarak sahneye çıkmaya hazırlanması, bu dönüşümün çarpıcı göstergelerindendir.

Batı'da ise bireylerin yarısının tek başına yaşadığı, atomize bir toplum yapısının oluşması, toplumsal dayanışmanın zayıflamasına; ayrıca, sermayenin ve teknoloji firmalarının insan karşısında daha da güçlenmesine yol açıyor. Bununla beraber, küresel göçlerin etkisiyle ulus devlet fikrinin erozyona uğradığı bir kapitalist sistemde, İbn Haldun'un "asabiye" kavramıyla açıklanabilecek bir çözülme yaşanıyor. Jakarta'da gerçekleşen bu önemli konferans, "asabiyesini" yitirmiş bir Batı karşısında, yeni "asabiyelerin" yükseldiği coğrafyalara doğru yaşanan bu tarihi geçiş sürecine değerli bir katkı sunmuş ve önümüzdeki yıl ikincisinin İstanbul'da düzenlenecek olması, bu hayati tartışmaların daha da genişleyerek küresel dönüşümü takip edip yeni fikirlerin sunulacağı platform olarak kurumsallaşması umudunu arttırmıştır. 

 

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.