AB'de Toplumsal Dinamikler ve Aşırı Sağın Yükselişi
1980’lerden itibaren güçlenen milliyetçi hareketler, AB’nin genişleme ve derinleşme politikalarıyla yerleşti ve normalleşti. Arz ve talep döngüsü içinde dönüşen siyasi söylemler AB’nin geleceğini şekillendirecek yeni dinamikler oluşturdu. Peki, Avrupa bu yeni siyasi gerçeklikle nasıl başa çıkacak?
Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 2024 seçimleri, beklenen şekilde birçok ülkede aşırı sağcıların yükselişiyle sonuçlandı. Öyle ki, Belçika’da başbakan istifa etti, Fransa’da Macron Ulusal Meclisi feshederek seçim kararı aldı. Seçim sonuçlarının bu denli sert etkileri olmasına karşın, aslında aşırı sağın yükselişini sürdürmesi sürpriz olmadı. Her ne kadar aşırı sağın yükselişi genellikle 2015 mülteci krizine dayandırılsa da, Avrupa ülkelerinde İkinci Dünya Savaşı sonrası bir miktar durulmuş gibi görünse de, milliyetçiler özellikle 1980’lerden itibaren giderek güçlenmeye başlamıştı. Nitekim Almanya’daki seçim sonuçları, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’sının haritasını adeta yeniden çizdi. Almanya, Doğu ve Batı Almanya’nın sınırlarına benzer şekilde bir seçim sonucu ortaya çıkardı. Dolayısıyla aşırı sağın bugün ulaştığı zirve aslında birdenbire değil, on yıllar boyunca yavaş yavaş gerçekleşti. Peki Avrupa’daki bu toplumsal dönüşüm nasıl gerçekleşti? Aşırı sağcılar adeta küllerinden nasıl geri doğdu?
Euroscepticism (Avrupa Şüpheciliği) Temelleri
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde aşırı sağın yükselmesini açıklamak için yaygın kanaat 2015 göç krizi olsa da, aslında bunun temelleri çok eskiye dayanmaktadır. Avrupa Birliği kuruluşu itibariyle elitlerin kurduğu ve zaman içerisinde elitlerin oluşturduğu şartlar doğrultusunda coğrafi olarak genişlemiş ve politik olarak derinleşmiş bir örgüttür. Vatandaşlar arasındaki AB şüpheciliğini azaltmak ve doğrudan AB’nin karar alma süreçlerinde üye ülkelerin vatandaşlarının doğrudan etkisini sağlamak için 1979’da ilk defa doğrudan halkın katılımıyla yapılan AP seçiminin üzerinden 45 yıl geçti. Geçen süre, bu durumu azaltmadığı gibi artırdı.
1986’da Avrupa Tek Senedi’nin kabulü ve akabinde Avrupa iç pazarının oluşmasının hızlanması, ulusal egemenliklere karşı kaygı oluşturdu. Ortak para birimi Euro’ya geçilmesinin, Orta ve Güney Avrupa ülkelerinde dezavantajlara yol açtığı düşüncesi; AB’nin giderek politikalarını derinleştirmesi ve supranasyonel bir örgüt olarak ulus devletlerin birçok egemenlik hakkını devralması; Schengen bölgesinin kurulmasıyla Doğu Avrupa ülkelerinden endüstriyel ülkeler Almanya, Fransa ve İskandinav ülkelerine göçün artması ve bununla birlikte bu gelişmiş ülkelere ucuz iş gücünün kaymasıyla birlikte yerel iş piyasasının dengesinin bozulması; bu nedenle birçok kişinin daha ucuza çalışmak ya da işsiz kalmak zorunda kalması; 2004 yılında 10 Doğu Avrupa ülkesinin AB’ye katılması; 2008/10 Euro krizinin yaşanması ve batmak üzere olan Yunanistan, İspanya, İtalya gibi ülkelere devasa yardım paketlerinin yapılması; 2016’daki Brexit referandumu sürecinde kıta Avrupası’nı popülist söylemlerin esir alması, son 45 yılda AB’deki aşırı sağcıların adım adım güçlenmesine ve bunların söylemlerinin artık normalleşmesine ve Avrupa şüpheciliğinin giderek toplumun geniş kitlelerinde kabul görmesine neden oldu.
Artan Avrupa Şüpheciliği ve Aşırı Sağcıların Normalleşmesi
Avrupa şüpheciliğinin artmasındaki bir başka neden ise AB’nin hem bölgesel hem de küresel krizlerde aktif bir rol oynayamaması oldu. 2008 krizinde AB ülkeleri hem siyasi elitler arasında hem de toplumlar arasında birbirine düşmüştü. 2015’te yoğun şekilde göçmenin Avrupa’ya gelmesiyle göçmenlerin üye ülkelere adil şekilde dağıtılması noktasında da ülkeler kendi menfaatlerini öncelemişti. Öyle ki bir çok ülke kendisine belirlenen kota sayısınca göçmen almamıştı. Pandemi döneminde de ülkelerin birbirlerinin maskelerine el koymaya varan menfaat çatışmaları yaşanmıştı. Rusya-Ukrayna krizinde AB’nin tutarsız bir politika izlemesi, NATO ve ABD ile ilişkiler bağlamında ABD’ye muhtaç bir tablo ortaya çıkması, kendi savunma ve güvenliğini sağlama noktasında AB ülkeleri arasındaki fikir ayrılıkları Avrupa toplumlarında AB’ye güveni azalttı ve Avrupa şüpheciliğini artırdı.
Artan Avrupa şüpheciliğinin Avrupa’da yaygınlaşmasıyla birlikte aşırı sağcıların politikaları da AB’nin kurumları ve elitleri tarafından normal karşılanmaya başladı. 1999’daki Avusturya Federal Seçimlerinde Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) %26,9 oy almış, sonrasında kurulan Avusturya Halk Partisi (ÖVP) & FPÖ koalisyonuna AB’nin Avusturya dışındaki 14 üyesi çok sert bir bildiri yayınlamıştı. Dönem başkanı Portekiz’in yaptığı açıklamada, “On dört Üye Devletin hükümetleri, FPÖ’yü içeren bir Avusturya hükümeti ile siyasi düzeyde hiçbir resmi ikili teması teşvik etmeyecek veya kabul etmeyecektir; uluslararası kuruluşlarda pozisyon arayan Avusturyalı adaylara destek verilmeyecektir; AB başkentlerindeki Avusturya Büyükelçileri yalnızca teknik düzeyde kabul edilecektir,” denilmişti. Bu açıklama, aslında 1986’dan itibaren düzenli olarak oylarını artıran FPÖ’nün diğer ülkelere de rol model olmasının önünü açtı ve birçok ülkede FPÖ’yü kendisine rol model alan aşırı sağcılar güçlenmeye başladı. AB’nin bu açıklamasının üzerinden geçen 24 yılda aşırı sağcıların AP seçimlerinde bu denli başarı göstermesi, ancak toplumların dönüşmesi, aşırı sağcı politikanın hem ülkelerin kurumlarında ve toplumlarında, hem de AB nezdinde artık normal kabul edilmesiyle açıklanabilir.
AB’de Toplumsal Dönüşüm ve Seçimlere Katılım
Aşırı sağ partiler, ulusal kültürün benzersizliğini ve ulusal geçmişi vurgulayan bir söylem ile seçmenleri genellikle saflarına çekmeye çalışır. AB’nin özellikle son yıllarda hem genişleme hem de derinleşme siyasetini artırmış olması, ulusal varlığının ve ulus devletin tehdit ettiğine inanan kitlelere karşı politikacıların göçmen kartını kullanmasına yol açtı. Siyaset bilimindeki arz ve talep teorileri çerçevesinde ele alındığında, bu milliyetçi söylemlerin arz edenler tarafından suni bir gündemle mi öne çıkarıldığı yoksa talep tarafının bu söylemleri satın almaya istekli olmasından mı kaynaklandığına dair pek çok akademik araştırma bulunuyor. Ancak burada toplumun dönüşmesinde ve oy kullanma eğilimlerindeki seçmen yaşı, seçimlere katılım ve internet tabanlı etkileşim araçlarının yaygınlaşmasının büyük katkısı bulunuyor.
Sosyal medya ve mesajlaşma uygulamaları hem talep hem de arz taraflarının hızlı şekilde milliyetçi ve popülist söylemlerinin yayılmasını sağlıyor. Talep tarafı, internet maharetiyle seçmen tercihlerinin hangi politika ve ideolojilere eğilimli olduğunu tespit edip bu eğilimlere uygun şekilde kampanyalar ve politikalar geliştirirken, arz tarafı ise siyasi partilerin, adayların ve liderlerin vatandaşlara sundukları önerilere odaklanır. İnternetin yaygınlaşmasıyla hem arz hem de talep tarafının hızlı bir dönüşümü söz konusu oldu ve milliyetçi ve popülist söylemler öne çıktı. Seçimlerde oy verme yaşının 16 olması ve internet çağında yetişen gençlerin milliyetçi söylemleri benimsemesi, aşırı sağın yükselmesinde önemli bir etken oldu.
AP Seçimlerine Katılım
AP seçimlerinde dikkat çeken diğer bir önemli detay ise seçimlere katılım. 2004’te yapılan ve 25 üye devletin katıldığı seçimden bu yana en yüksek seçimlere katılım gerçekleşti (sırasıyla %45,47, %42,97, %42,61 ve %50,66). Seçimlere katılımın artmasıyla birlikte aşırı sağın yükselmesi, AB’nin mevcut sorunlarına ve güncel krizlerine karşı başarısız politikalar sunan ana akım muhafazakar ve sosyalist partilerin seçmenlerinin seçime katılımının düşmesine, buna karşılık aşırı sağcıların ise sandığa gitmesine neden oldu. Aşırı sağcı AfD’nin henüz olmadığı 2004 seçimlerinde Almanya’da AP seçimlerine katılım %43 iken, bu oran 2019’da %61,4’e ve 2024’te %64,8’e ulaştı. Avusturya’da da benzer şekilde seçimlere katılım bir önceki seçime göre %45,4’ten %59,8’e yükseldi.
Özetle, 2024 seçimleri Avrupa’nın geleceğine dair önemli bir projeksiyon olarak görülebilir. Aşırı sağcıların normalleştiği bir kez daha belirgin şekilde ortaya çıktı ancak bu 2015 göç kriziyle başlamadı. AB’nin genişleme ve derinleşme politikaları, 1980’lerden itibaren üye ülkelerin toplumlarında yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştı. Teknolojinin yaygınlaşmasıyla birlikte siyasetteki arz ve talep taraflarının daha hızlı mobilize olması, aşırı sağın daha fazla mobilize olmasına, söylemlerine alıcı bulmasına ve seçimlere katılımı artırmasına neden oldu. Bu durum, AB’nin bu yeni dinamiklerle ve dönüşümle nasıl mücadele edeceğine göre şekillenecek ve AB’nin geleceğini belirleyecek.