Yapay Zekâ Çağında Mesleklerin Anlam Arayışı
Geçtiğimiz aylarda ABD Merkez Bankası (FED) tarafından yapılan bir araştırma, teknoloji dünyasında ezber bozan bir tabloyu ortaya koydu. Araştırmaya göre, bilgisayar mühendisliği mezunlarının işsizlik oranı %6,1’e yükselirken, sanat tarihi mezunlarında bu oran %3’e geriledi. Üretken yapay zekânın hayatımıza girdiği 2023 yılına kadar mühendislik diploması, neredeyse iş garantisiyle eş anlamlıydı. Ancak bugün yapay zekâ, bir zamanlar en güvenli liman olarak görülen bu alanları bile kökten dönüştürüyor.
Bir dönem “geleceğin mesleği” olarak anılan bilgisayar mühendisliği, artık kendi yarattığı teknolojilerin rekabetine yenik düşüyor. Kod yazmak, hata ayıklamak ve hatta bir uygulamanın temelini oluşturmak gibi işler, GitHub Copilot veya Claude gibi yapay zekâ destekli araçlarla dakikalar içinde yapılabiliyor. Bu durum, şirketlerin yeni mezunlara olan talebini de belirgin biçimde azaltıyor.
Dolayısıyla bugün diploma, bir güvence olmaktan çok bir konfor alanı uyarısına dönüşmüş durumda. Yapay zekâ yalnızca işlerin doğasını değil, aynı zamanda hangi becerilerin gerçekten değerli olduğunu da yeniden sorgulatıyor.
Eğitim Sistemleri Çağın Gerisinde
Dünyada, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, eğitim sistemlerinin dönüşüm hızı teknolojik değişimin gerisinde kalıyor. Japonya, Çin, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya ve Avrupa Birliği gibi gelişmiş ülkeler, eğitimde yapay zekâ kullanımını benimseyen politikalar geliştirirken; pek çok ülkede üniversiteler, yapay zekâ destekli araçların kullanımını hâlâ yasaklıyor. Bu yasaklar, öğrencileri korumak yerine onların rekabet gücünü zayıflatıyor. Oysa bugünün mezunları artık yalnızca bilgi düzeyleriyle değil, problem çözme becerileriyle değerlendiriliyor.
Sınav odaklı müfredatlar, yapay zekânın otomatikleştirdiği görevleri öğretmeye devam ederken; dünya, bu bilgileri kullanabilen, sentezleyebilen ve yeniden üretebilen bireylere ihtiyaç duyuyor. Geleneksel anlayışla eğitim veren üniversitelerdeki mühendislik gibi bölümler hâlâ ezberci bir mantığa dayanıyor ve bunun sonucunda iş dünyasına deneyimsiz mezunlar giriyor. Oysa Microsoft, Amazon ve Facebook gibi teknoloji devleri, artık işe alımlarda üniversite diploması şartı aramadıklarını açıkça vurguluyorlar. Bu dönüşümün bedelini ise gençler ödüyor: donanımlı ama etkisiz, bilgili ama üretken olmayan bir nesil ortaya çıkıyor. Eğitim sistemleri hâlâ kâğıt üzerindeki başarıya odaklanırken; yapay zekâ çağında gerçek başarı, bir problemi çözebilme kapasitesiyle ölçülüyor.
Yapay zekâ çağında değerli olan diploma değil, çözüm üretebilme yeteneği. İnsanların gerçekten ihtiyaç duyduğu ve para ödemeye razı olduğu çözümler geliştirmek, bugünün mühendisinin en temel becerisi hâline geldi. Başarılı girişimler artık büyük laboratuvarlarda değil; küçük ekiplerin gerçek bir soruna odaklanarak hızla prototip geliştirmesiyle doğuyor. Airbnb’nin bir konferans ziyaretine şişme yatak kiralayarak başlaması ya da Stripe’ın yalnızca geliştiricilere yönelik hızlı ödeme altyapısı sunması, bu anlayışın sembol örnekleri. Başarı, büyük yatırım turlarında ya da unvanlarda değil; gerçek kullanıcıya dokunan bir ürün geliştirebilmekte yatıyor.
Ne yazık ki hem dünyada hem de Türkiye’de mühendislik eğitimi hâlâ “not” merkezli ilerliyor. Girişimcilik dersleri bile çoğunlukla teorik düzeyde kalıyor. Oysa öğrencilerin lisans döneminden itibaren deneme yapabilecekleri, hata yapıp yeniden başlayabilecekleri alanlara ihtiyaçları var. Üniversiteler, teknoparklarla, kuluçka merkezleriyle ve özel sektörle daha yakın çalışmadıkça, mezuniyet “başlangıçta biten” bir ritüel olmaktan öteye geçemeyecek.
Gerçek Değerin Ölçüsü: Topluma Katkı
Yapay zekâ devrimi, yalnızca bireysel kariyerleri değil, toplumsal kalkınma anlayışını da kökten yeniden tanımlıyor. Artık bir ülkenin mühendislik gücü, sahip olduğu patent sayısıyla değil; geliştirdiği teknolojilerin toplum üzerindeki etkisiyle ölçülüyor. Mühendisler yalnızca büyük şirketlerin ticarî hedeflerine hizmet etmekle kalmayıp, çevresel sürdürülebilirliğe, etik veri kullanımına ve kamusal faydaya da katkı sunduklarında bu dönüşüm toplumun lehine işler. Aksi halde yapay zekâ, sosyal eşitsizlikleri derinleştiren bir araç hâline gelir.
Bugün Avrupa Birliği “insan merkezli yapay zekâ” ilkelerini tartışırken, Türkiye’nin de bu vizyona uygun bir mühendislik kültürü inşa etmesi gerekiyor. Bu insan merkezli perspektif, yalnızca teknolojik bir prensip değil; aynı zamanda öğrenme biçimini de yeniden tanımlayan bir düşünme modelidir. Burada kastedilen, yanıt vermeden önce Sokratik biçimde soru sorabilen, koçluk prensipleriyle farkındalık geliştiren ve kişiselleştirme sayesinde öğrenme ile karar patikalarını bağlama göre dinamik biçimde uyarlayabilen sistemlerdir.
Böyle bir yaklaşım, öğrenciyi edilgen bir bilgi alıcısı olmaktan çıkarır; düşünme kaslarını güçlendirir, özerkliğini artırır. Bu nedenle mühendislik fakülteleri öğrencilerini yalnızca “üreten” değil, aynı zamanda “sorumluluk alan” bireyler olarak yetiştirmelidir. Topluma fayda üretmeyen bir inovasyon anlayışı, uzun vadede kendi değerini de tüketir.
Yapay zekânın dönüştürdüğü bu yeni dünyada, bir başka yanılgı da görünürlük kültürüdür. Genç mühendisler için sosyal medyada “kişisel marka” inşa etmek, kimi zaman üretmekten daha önemli hâle geliyor. Oysa algoritmalar değil, üretim konuşur. Görünürlük geçicidir; katkı kalıcıdır.
Girişimcilik ekosisteminde son dönemde öne çıkan birçok örnek, bu gerçeği doğruluyor. Yatırım almak, konferanslarda sahneye çıkmak ya da ödül kazanmak gibi dışsal onaylar artık başarı göstergesi olarak görülmüyor. Gerçek başarı, kullanıcıların memnuniyetini sağlamak ve sürdürülebilir bir değer yaratabilme becerisinde yatıyor.
Yapay zekâ çağında “credentialism” (diploma ve sertifika takıntısı) yerini “creationism”e, yani üretim kültürüne bırakıyor. Üretemeyen, öğrenemeyen ve kendini yenileyemeyen her unvan, tıpkı eski yazılım sürümleri gibi hızla güncelliğini yitiriyor.
Merakın Mühendisliği
Bugünün en önemli yetkinliği, meraktır. Korkuya dayalı kariyer planları insanı güvenli ama dar alanlara hapseder; merak ise yeni çözümlerin kapısını aralar. Mühendis, yalnızca kod yazan biri değil, teknolojinin etik, sosyal ve ekonomik boyutlarını da düşünen bir “sistem tasarımcısı” olmalıdır.
Bu dönüşüm aynı zamanda zihinsel bir devrim gerektiriyor. Türkiye’de mühendislik eğitimi, yalnızca teknik kabiliyeti değil, bağımsız düşünme cesaretini de merkeze almalıdır. Artık fark yaratan şey, bilgiye erişim değil; bilgiyi anlamlandırma ve yeniden üretme becerisidir.
Yapay zekâ yalnızca bir araç değil, mesleklerin anlamını yeniden tanımlayan bir dönüm noktasıdır. Üniversiteler hâlâ sınav sorularını tartışırken, algoritmalar meslekleri baştan yazıyor. Güvenli kariyer limanlarının hızla ortadan kalktığı bu çağda artık asıl soru şudur:
Genç mühendisler diplomalarıyla mı, yoksa ürettikleri çözümlerle mi fark yaratacak?