Barajların Ötesinde: Doğal Kaynakların Yönetiminde Yeni Bir Müzakere Dili

Barajların Ötesinde: Doğal Kaynakların Yönetiminde Yeni Bir Müzakere Dili

Afrika’nın en büyük hidroelektrik barajı, 9 Eylül 2025’te Nil Nehri’nin yukarı kıyısında, Etiyopya’nın kalbinde resmen açıldı. Büyük Etiyopya Rönesans Barajı (GERD) yalnızca 5 bin 150 megavatlık devasa bir enerji yatırımı değil; aynı zamanda Doğu Afrika’nın geleceğini şekillendirecek bir diplomasi laboratuvarı. Addis Ababa, projeyi elektrifikasyon ve ekonomik kalkınmanın simgesi olarak tanımlarken, Kahire su güvenliği endişelerini, Hartum ise hem fırsat hem riskleri gündeme taşıdı. Böylece Nil Nehri, bir kez daha, sadece su değil; güç, kalkınma ve güvenlik müzakerelerinin akışkan mekânı haline geldi.

Fakat bugün üzerinde durulması gereken yalnızca Nil havzası ve barajın teknik detayları değil. GERD, bize doğal kaynakların yönetiminin artık tek taraflı mühendislik projelerinin ötesinde, çok katmanlı müzakerelerin konusu olduğunu hatırlatıyor.

Öngörülemez Zeminlerde Müzakere

Dünya artık sıkça “belirsizlikler çağı” olarak tanımlanıyor. İklim dengeleri hassas, küresel ticaret çalkantılı, uluslararası ilişkiler ise sürekli değişen zeminlerde kurulup dağılıyor. Bugüne kadar devletler ve kurumlar, daha öngörülebilir dünyalarda ve durağan zeminlerde müzakere ederdi. Bugün ise müzakereler, kuraklıklar, ekonomik krizler ve siyasi sarsıntılar kadar hızlı değişen, çalkantılı ve belirsiz bir ortamda yürütülüyor.

Doğal kaynaklar üzerinde süregelen çatışma ve müzakerelerin yalnızca teknik meselelere indirgenemeyeceği artık çok açık. Su, enerji ve toprak, mühendislik projelerinin, yasal düzenlemelerin ya da maliyet-fayda hesaplarının ötesinde, çok daha geniş bir bağlamda ele alınması gereken “doğal” varlıklardır. Bu varlıklar, sınırları aşan, kimlikleri şekillendiren ve güvenlik ile gelecek tahayyüllerini derinden etkileyen unsurlar olarak düşünülmelidir. Bu yüzden, her ne kadar grafikler, debi verileri ve sulama projelerinin planları öne çıksa da esasen müzakere edilen, bir havzanın ötesinde, insan ve insan dışı varlıkların bir arada yaşama koşulları.

Bugün hâlâ hâkim olan müzakere dili, çoğu zaman 19. yüzyıl sömürgeciliğinin şekillendirdiği pazarlık masalarının izlerini taşıyor. Taraflar, sıfır toplamlı bir oyunda, olabildiğince az taviz vererek, metinleri müzakere ediyorlar. Oysa bugün yaşadığımız krizlerin, kuraklıktan katliamlara, enerji ve gıda güvenliğinden zorunlu göçe kadar uzanan tüm boyutlarında ortak bir özellik göze çarpıyor: Bu sorunlar metinlerle çözülemez, ancak katmanlı müzakere modelleriyle yönetilebilir.

Belirsizlikler Çağında Müzakerenin Çerçevesini Değiştirmek

Müzakere teorisinin son kırk yıldaki evrimi masaya yalnızca taleplerin değil, çıkarların geldiğini açık bir biçimde ortaya koyuyor. Bu bağlamda, konu “baraj yapılsın mı yapılmasın mı?” değil, su güvenliği, enerji ihtiyacı, tarımsal verimlilik, kültürel miras ve ekolojik denge gibi katmanların birlikte ele alınmasıdır. Yani, müzakere diliyle pozisyonlar değil çıkarlar masaya geldiğinde anlaşmalar ve uygulanabilir çözümler mümkün hale gelir.

20. yüzyıl diplomasi anlayışı bu güç dengesizliğini ya görmezden gelir ya da taraflardan birini “kazanan” diğerini “kaybeden” ilan eder. Oysa müzakere, uyarlanabilir yönetim kavramını merkeze koyuyor. Anlaşmaların değişen yağış rejimlerine, ekonomik krizlere ve yeni verilere göre güncellenebilecek esneklikte tasarlanması gerekiyor. Nil havzasında önerilen çok aşamalı doldurma planları, yıllık veri paylaşım protokolleri ve bağımsız izleme komiteleri, günümüz müzakere yaklaşımlarının yansımaları olabilir.

Müzakere kendi mimarisine özen göstermeyi gerektirir. Doğru platform, sınırları belirlenmiş bir çerçeve ve zemin, yerindelik, uygun zamanlama ve dengeli temsil sağlanmadığında en iyi teknik çözümler bile günlük siyasetin labirentinde kaybolur. Dolayısıyla mesele yalnızca kimin ne kadar pay aldığı değil; belirsizliklerin ve krizlerin nasıl ortaklaşa yönetileceğidir.

Güçten Ortak Sorumluluğa

Doğal kaynak müzakereleri her zaman bir güç asimetrisi barındırır. Yukarı havzadaki ülke ile aşağı havzadaki ülke; merkezî hükümet ile yerel topluluk, yatırımcı ile çiftçi arasında her zaman çatışma vardır. Tarafların masaya hangi güç algısıyla oturduğu, çoğu zaman suyun gerçek debisinden bile belirleyici olur. Zira, 20. yüzyılın başında barajlar, kalkınmanın tapınaklarıydı. Coğrafi olarak yukarı havza karar verir, aşağı havza uyum sağlardı. Müzakere çoğu zaman baraj bittikten sonra başlardı. Etiyopya’nın barajı da 2011’de ilk inşaat çalışmaları başladığında bu geleneği sürdürüyordu. Addis Ababa kendi finansmanıyla ilerledi, uluslararası aktörleri mesafede tuttu. Ancak 2025’e gelindiğinde tablo değişti.  GERD müzakereleri, güç asimetrilerinin ne kadar belirleyici olduğunu gösterdi. Yukarı kıyıda Etiyopya, inisiyatifin sahibi; aşağı kıyıda Mısır, tarihsel haklara ve büyük nüfusuna dayanan bir güç merkezi; Sudan ise iki tarafın arasında sıkışmış ama taşkın kontrolü ve ucuz elektrikten fayda uman bir aktör.

Ortaya çıkan gerilim, müzakere teorisinin ‘müzakereler talepleri mi yoksa çıkarları mı konuşur?’ sorusunu yeniden gündeme getirdi. Bu nedenle müzakere pratiği yalnızca güç paylaşımını değil, aynı zamanda risk paylaşımı mekanizmalarının tasarlanmasını da içeriyor. Kuraklık tetikleyicileri, ekolojik zarar fonları, veri paylaşım protokolleri ve hatta enerji-su takas anlaşmaları bu yaklaşımın ürünleri. Çevresel müzakereler literatürü son on yılda ‘esneklik’ kavramını merkeze aldı. Çünkü iklim krizinin damgasını vurduğu ve belirsizlikle tanımlanan bir dönemde, kimse geleceği kesin olarak öngöremiyor. Bugünün verileriyle imzalanan sert ve değişmez bir anlaşma, yarının kuraklığında ya da taşkınında krize dönüşebilir. Bu nedenle anlaşmalar belirsizlikle başa çıkabilecek şekilde uyarlanabilir olmalı. Sert ve değişmez metinler yerine, yeni verilere ve koşullara göre güncellenebilecek müzakere modelleri ön plana çıkıyor. Kısacası müzakere artık bir son değil, bir süreç olarak değerlendiriliyor.

Teknikten Fazlası Kültür, Algı ve Anlam

Doğal kaynak müzakerelerini yalnızca rasyonel aktörlerin oyunu gibi görmek daha kolay olsa da çatışmaların duygusal ve kültürel boyutu çoğu zaman teknik ayrıntılardan daha belirleyicidir. Mısır medeniyetinin taşıyıcısı olan Nil Nehri Kahire’de tarih ve kimlik ile özdeşleşiyor. Addis Ababa’da ise baraj, yüzyıllık yoksulluğun ve dış müdahalelerin ardından ulusal gururun simgesi.  Bu algılar dikkate alınmadan yapılan müzakereler teknik olarak doğru ama politik olarak işlevsiz metinler üretir.

İnsanlar çoğu zaman çatışmayı hayatın doğal akışı olarak görür çözüm ise nihai barış değil, onurlu bir geçici düzen anlamına gelir. Batılı müzakere teorisinin nihai çözüm fetişizmi, bu kültürel gerçeklikle çatışır. Bazı toplumlarda amaç, çatışmayı bitirmek değil, yönetilebilir kılmaktır.

Bu, bizi çevresel müzakerelerde sıkça göz ardı edilen bir gerçeğe getiriyor: Tarafların algıları, maddi çıkarlar kadar önemlidir. Bir baraj yalnızca megavat ya da hektar–metreküp değil; aynı zamanda toprak, kimlik ve gelecek tahayyülü demektir. Dolayısıyla müzakere masası, teknik veriler kadar anlam haritalarını oluşturan değerleri de duyması gerekir.

Metinden İlişkiye Geçiş

Doğal kaynak müzakereleri, 20. yüzyılın sınır–metin diplomasisinden 21. yüzyılın ilişki–yönetim müzakeresine geçmeli. GERD, bu dönüşümün hem laboratuvarı hem de testi olacak. Suyun, toprağın ve havanın geleceği, yalnızca kimin ne kadar pay aldığıyla değil, bu payın belirsizlikler çağında nasıl birlikte yönetileceğiyle belirlenecek.

Müzakere artık yalnızca bir sonuç üretme sanatı değil; aynı zamanda değişen koşullarla birlikte yaşama ve belirsizlikleri yönetme becerisidir. Esas yenilik, daha parlak mühendislik projelerinde değil, titizlikle oluşturulmuş müzakere mimarilerinde yatıyor. Çünkü iklim çağında asıl mesele, belirsizliklerin aynı anda getirdiği risk ve fırsatları görebilmek. Toprak–su–maden gibi doğa kaynakları pek çok çatışmada ya tetikleyici ya da hızlandırıcı; ama aynı zamanda barışın taşıyıcı sütunları da olabilir. Barış ve Doğal Kaynaklar Bağlantısı (PNRN) modeli, barışın daha kalıcı olabilmesi için çevresel bağlantıların kasıtlı biçimde anlaşma metnine işlenmesini öneriyor. GERD çerçevesi; gelir paylaşımı ilkeleri, yeniden yerleşim ve çevresel zarar tazmini, kuraklıkta devreye giren akış kuralları ve bağımsız izleme maddelerini içerdiğinde müzakere masası potansiyeli yönetebilir. Kuraklık yıllarında Mısır’ın su güvenliği kaygıları ile Etiyopya’nın enerji üretim hedefleri çatışabilir. Müzakere masası bu ikili potansiyeli yönetmek zorunda. Aksi halde Nil Nehri’nin yataklarıyla birlikte müzakere masalarının yaşama ihtimali kalmaz.

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.