MUHAMMED ALİ UÇAR

Küresel Rekabetin Yeni Cephesi: Elektrikli Araçlar

Elektrikli araçlar, küresel ekonominin kurallarını yeniden yazıyor. Çin, düşük maliyetler ve yenilikçi teknolojilerle liderlik koltuğuna otururken, Avrupa iş gücü eksikliği, yüksek maliyetler ve bürokrasiyle boğuşuyor. 

Otomotiv endüstrisi, dünya ekonomisinin en kritik sektörlerinden biri olarak, elektrikli araçların (EV) yükselişiyle büyük bir dönüşüm geçirmektedir. Bu devrimde Çin, yenilikçi teknolojiler ve düşük maliyet avantajıyla lider konuma gelirken, Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ise yüksek maliyetler, bürokrasi ve iş gücü sıkıntısı gibi yapısal sorunlarla mücadele etmektedir. Çin’in hızlı yükselişi, Avrupa merkezli köklü firmaların rekabet gücünü tehdit ederken, sektörün geleceğine dair önemli soru işaretlerini de beraberinde getirmektedir.

Elektrikli Araçların Yükselişi ve Çin’in Liderliği

Elektrikli araçlar, sürdürülebilir ulaşım için fosil yakıtların yerini alma potansiyeline sahip en önemli inovasyonlardan biri olarak öne çıkmaktadır. Dünya genelinde elektrikli araç sayısı 2023 yılında 42 milyona ulaşmış, 2022 yılına göre 16 milyonluk bir artış kaydedilmiştir. Bu büyümede Çin’in katkısı büyüktür; dünya genelindeki elektrikli araçların yarısından fazlası Çin yollarında bulunmaktadır. Çin’in BYD gibi markaları, elektrikli ve hibrit araçlarda Tesla’yı geçerek liderliğe ulaşmış, dünya çapında 2,9 milyon araç satışı gerçekleştirmiştir. Diger yandan BYD, 2024 yılında Japonya'da yerel otomotiv devi Toyota'dan daha fazla elektrikli araç satmıştır. BYD'nin Japonya'daki satışları %54 oranında artarken, Toyota'nın aynı segmentteki satışları %30 düşmüştür. Bu durum, Çinli üreticilerin küresel elektrikli araç pazarındaki liderliğini yalnızca Çin ve Avrupa ile sınırlı tutmadığını, aynı zamanda Toyota gibi köklü markaların güçlü olduğu Japonya gibi pazarlarda da etkin bir şekilde büyüdüğünü göstermektedir.

Çin’in hızlı yükselişi birkaç temel faktöre dayanmaktadır. Bunların başında inovasyon ve çeşitlilik gelmektedir. Çinli üreticiler, yenilikçi teknolojiler ve geniş ürün yelpazesi sunarak hem iç pazarda hem de uluslararası piyasalarda hızlı bir büyüme yakalamıştır. NIO, Xpeng ve Geely gibi markalar, elektrikli araç teknolojilerindeki yenilikleriyle dikkat çekmektedir. Bir diğer önemli faktör ise düşük maliyet avantajıdır. Çin, düşük üretim maliyetleri ve esnek regülasyonları sayesinde fiyat avantajı sunmaktadır. Bu durum, Avrupa gibi maliyetlerin yüksek olduğu bölgelerdeki üreticiler için büyük bir rekabet dezavantajı yaratmaktadır.

Elektrikli araçların yükselişi, benzinli ve dizel araçların gerilemesiyle paralel bir şekilde ilerlemektedir. Özellikle Batı Avrupa, İskandinav ülkeleri ve ABD gibi gelişmiş pazarlarda içten yanmalı motorlu araçların satışları hızla düşerken, bu trend elektrikli araç üreticilerinin pazar payını artırmaktadır. Tesla ve BYD gibi markalar, bu eğilimden en çok fayda sağlayan şirketler olmuş, Mercedes, Volkswagen ve BMW gibi köklü Avrupa merkezli üreticilerin önüne geçmeyi başarmıştır.

Almanya Rekabette Zorlanıyor

Almanya, otomotiv endüstrisinde tarih boyunca lider konumunu korusa da, günümüzde ciddi yapısal ve ekonomik zorluklarla karşı karşıyadır. Çin’in hızlı yükselişiyle rekabet edebilmek için Avrupa’nın bu sorunlara çözüm bulması gerekmektedir.

Yüksek maliyetler ve bürokrasi Almanya merkezli markaların öncelikli sorunudur. Bu markalar uretim maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle küresel pazarda rekabet gücünü yitirmektedir. Almanya gibi otomotiv devleri, işçilik maliyetleri, çevresel regülasyonlar ve karmaşık AB bürokrasisi nedeniyle üretim süreçlerini hızlandıramamakta ve inovasyonda geride kalmaktadır. Çin’de ise bürokrasi neredeyse yok denecek kadar azdır, bu da üretim süreçlerini hem hızlandırmakta hem de maliyetleri düşük tutmaktadır.

Almanya, otomotiv sektöründe Avrupa'nın lokomotifi konumundadır; ancak birçok sektörde olduğu gibi otomobil endüstrisinde de kalifiye iş gücü eksikliği yaşamaktadır. Özellikle dijital dönüşüm ve elektrikli araç teknolojilerinde uzmanlaşmış çalışanlara olan talep artarken, arz bu talebi karşılamaktan uzaktır. Bu alanda 2024 yılında Almanya’da 6.300 yüksek eğitimli çalışan açığı tespit edilmiştir. IT ve teknik alanlarda çalışan eksikliği, otomotiv sektörünün geleceğini tehdit etmektedir. Çin ise büyük nüfusu ve eğitim yatırımları sayesinde böyle bir sorunla karşılaşmamaktadır.

Almanya’da İş Gücü Eksikliği

Almanya, kalifiye iş gücüne duyduğu ihtiyaç nedeniyle uluslararası yeteneklere yönelmek zorunda olsa da, göç politikaları ve yabancı düşmanlığı bu süreci zorlaştırmaktadır. Aşırı sağcı partilerin hükümetlerde etkili olması, yabancı iş gücünü caydırıcı bir faktör haline getirmiştir. Almanya gibi ülkeler, bu nedenle kalifiye çalışanları ABD gibi daha multikültürel ülkelere kaptırmaktadır. Bu durum, Almanya’nın sektörel rekabet gücünü daha da zayıflatmaktadır.

Almanya otomotiv sektörü, düşük piyasa talebi ve istihdam krizleriyle de boğuşmaktadır. Alman Otomobil Sanayicileri Birliği (VDA) verilerine göre, Almanya’da otomotiv sektöründe istihdam 2018 yılında zirveye ulaşarak 830.000 kişiye ulaşmıştır. Ancak, o tarihten bu yana üretim %23 oranında düşmüştür. Bu üretim seviyesi, aynı verimlilikle devam etseydi istihdamın yaklaşık 640.000 kişiye düşmesi gerekirdi. Buna rağmen, istihdam sadece %8 oranında azalmış ve şu anda sektörde yaklaşık 770.000 kişi çalışmaktadır. Bu durum, sektörde 130.000 fazla istihdam yaratıldığını ve bu pozisyonların kriz nedeniyle tehlikede olduğunu ortaya koymaktadır.

Otomotiv endüstrisindeki bu degisim, özellikle küçük ve orta ölçekli tedarikçi firmaları ve çalışanları da derinden etkilemektedir. Motor Presse Stuttgart’in verilerine göre örneğin, 1796 yılında kurulan ve otomobil parçaları üreten Gerhardi Kunststofftechnik GmbH, finansal sıkıntılar nedeniyle iflas başvurusunda bulunmuştur. Benzer şekilde, büyük tedarikçi firmalardan Bosch, yazılım, elektronik sistemleri alanında ciddi iş kayıplarının yaşanabileceğini belirtmiş, 5.500 pozisyonun tehlikede olduğunu açıklamıştır. Bu kayıpların 4.000’inin Almanya’da gerçekleşeceği ifade edilmektedir.

Otomobil üreticileri de bu dönüşümden büyük ölçüde etkilenmektedir. Ford, Avrupa genelinde rekabet gücünü artırmak amacıyla 4.000 çalışanıyla yollarını ayırmayı planlarken, Audi ise özellikle araştırma ve geliştirme bölümlerinde 2.000’den fazla pozisyonu etkileyerek toplamda 4.500 kişiyi işten çıkarmayı hedeflemektedir. Schaeffler, Avrupa genelinde 4.700 kişiyi işten çıkaracağını duyurmuş, bu kayıpların 2.800’ü Almanya’daki çalışanları kapsamaktadır. Volkswagen ise en az üç fabrikasını kapatma kararı almış, diğer tesislerde de kesintilere gitmeyi planlamaktadır.

Verbandes der Automobilindustrie (VDA) kurumunun bir araştırmasına göre ise, Almanya’nın otomotiv sektöründeki bu dönüşümü, önümüzdeki on yıl içinde 186.000 iş kaybına neden olabilir. Şu ana kadar 46.000 pozisyonun ortadan kalktığı belirtilmiştir. Bu durum, sektörün yalnızca ekonomik bir dönüşüm değil, aynı zamanda sosyal bir krizle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

Kısacası, Avrupa merkezli üreticiler, elektrikli araç pazarında zorlu bir rekabetle karşı karşıyadır. Volkswagen, 2022 yılında Çin’deki liderliğini BYD’ye kaptırmış, Mercedes ve BMW gibi markalar ise Tesla ve Çinli üreticilerin baskısı altında kalmıştır. Bu durum, geleneksel markaların insan kaynağı, inovasyon, dijitalleşme ve elektrikli araç teknolojilerine yeterince hızlı adapte olamamasından kaynaklanmaktadır.

Avrupa Otomotiv Sektörünün Geleceği

Almanya’nın otomotiv endüstrisinde Çin ve benzeri ülkelerle rekabeti uzun vadede sürdürebilmesi için kapsamlı ve stratejik adımlar atması gerekmektedir. Öncelikle, özellikle Almanya gibi sektörün merkez ülkelerinde göç politikalarının yeniden ele alınması şarttır. Avrupa, kalifiye iş gücünü çekmek ve elinde tutmak için daha kapsayıcı bir göç politikası benimsemelidir. Göçmen karşıtı söylemler yerine, yetenekli çalışanları destekleyen teşvik programları geliştirilmelidir. Bu, Avrupa’nın teknolojik dönüşümde ihtiyaç duyduğu iş gücüne erişimini kolaylaştıracaktır.

Bir diğer kritik nokta ise Avrupa Birliği regülasyonlarının yeniden düzenlenmesidir. Regülasyonların çevre dostu politikaları desteklemesi elbette önemlidir, ancak bu süreç inovasyonu yavaşlatmamalıdır. Regülasyonların daha esnek ve yenilikçi süreçleri teşvik edecek şekilde yapılandırılması, Avrupa merkezli otomotiv firmalarının küresel rekabet gücünü artıracaktır.

Dijitalleşme ve Ar-Ge yatırımları da Avrupa’nın rekabet gücünü koruyabilmesi için kritik öneme sahiptir. Firmalar, elektrikli araç teknolojileri, yapay zeka ve otonom sürüş gibi yenilikçi alanlara daha fazla kaynak ayırmalıdır. Çin ve Tesla gibi güçlü rakiplerle mücadele edebilmek için Ar-Ge çalışmalarına öncelik verilmesi gerekmektedir. Yenilikçi teknolojilerde liderlik, uzun vadede Avrupa’nın sektördeki pozisyonunu güçlendirecektir.

Çin, düşük maliyet avantajı, esnek regülasyonları ve yenilikçi teknolojileri sayesinde otomotiv endüstrisinde hızla lider konuma gelmiştir. BYD, Tesla gibi markaları geride bırakırken, Avrupa’nın geleneksel markaları büyük bir baskı altına girmiştir. Avrupa, inovasyona ve dijitalleşmeye daha fazla yatırım yapmadan ve göç politikalarını gözden geçirmeden bu rekabeti sürdüremez. Almanya gibi ülkelerin otomotiv endüstrisindeki liderliği, ancak yapısal reformlarla korunabilir.

Almanya, tarih boyunca otomotiv endüstrisinin merkezlerinden biri olmuş ve küresel inovasyona yön vermiştir. Ancak, Çin’in bu alandaki yükselişi ve sektördeki dinamiklerin değişmesiyle birlikte bu konum artık tehlikededir. Gelecek, bu dönüşümün ne kadar hızlı ve etkili bir şekilde gerçekleşeceğine bağlıdır. Eğer bu reformlar gerçekleşmezse, Almanya, otomotiv endüstrisindeki liderliğini kaybederek küresel pazarda ikinci plana düşme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.