Çalınan Dikkat: Şimdiki Zamanı Iskalamak
Dikkat dağınıklığı, günümüz modern toplumunda neredeyse kaçınılmaz hâle gelen bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Öyleyse dikkatimizi kim, neden çalıyor? Modern hayatın bizi sürekli tüketmeye ve hızla tüketilmeye zorladığını hiç fark ettiniz mi? Peki, bu dağınıklığın yalnızca bir irade meselesi olmadığını öğrenmeye hazır mısınız?
Johann Hari’nin Türkçe çevirisi Metis Yayınları tarafından neşredilen Çalınan Dikkat adlı çalışması, bireylerin dikkatlerini korumakta yaşadıkları güçlüklerin yalnızca bir kişisel irade meselesi olmadığını, aksine modernitenin bireyler üzerinde oluşturduğu sistemsel baskıların doğrudan bir sonucu olduğunu savunur. Kitabın sunduğu temel argümanlar, modern hayatın yapısal dinamiklerinin, bireylerin zihinsel kapasitesini sürekli olarak zayıflatan bir döngüye nasıl evrildiğini gözler önüne seriyor.
Çalınan Dikkat ve Anlam Kaybı
Halihazırda içinde bulunduğumuz dijital çağ, bilgiye ulaşımı kolaylaştırırken aynı zamanda bireylerin kendi bilgi işleme süreçlerini yönetme kapasitesini kısıtlayan bir yapıya sahip. Buradan hareketle bireylerin kendi hayatlarındaki karar verici aktörler bireylerden ziyade sistemin elitleri demek yanlış olmaz. Sosyal medya, sürekli güncellenen içerik akışları ve dijital uyarıcılar, insan zihninin doğal işleyişine aykırı olarak kısa vadeli dikkat ve tatmin süreçleriyle bireyleri yüzeysel düşünceye yönlendiriyor.
Bu bağlamda modernite, bireylerin dikkat dağınıklığını daha da pekiştiren bir hız, haz ve tüketim kültürü doğurmuştur demek yanlış olmayacaktır. Günümüz dijital dünyasında bireylerin maruz kaldıkları uyaranların sayısı ve yoğunluğu, dikkatlerini uzun süre tek bir konuya odaklamalarını neredeyse imkânsız hâle getirdi. Bu, dijital platformların tasarımında yerleşik olan bir mekanizma ile gerçekleşirken sosyal medya platformları ve haber siteleri, içerikleri kullanıcıların dikkatini kısa sürelerde çekmek ve onları sürekli olarak yeni içeriklere yönlendirmek amacıyla özel algoritmalarla düzenliyor.
Hari’nin kitabında ele aldığı gibi bu sistem bireyin dikkatini “çalarak” onu yalnızca tüketici bir nesne haline getiriyor. Dijital çağın bireyi sürekli olarak yeni bilgilere maruz bırakması, bireylerin kendi dikkatlerini yönetme kapasitelerini zayıflatırken, derinlemesine düşünme, eleştirel analiz ve uzun süreli odaklanma becerilerini de köreltiyor.
Modernite, bireylerin dikkatini dağıtmakla kalmaz; aynı zamanda bireylerin tekâmül süreçlerini, kendi düşüncelerini özgürce geliştirmelerini ve anlam arayışlarını derinleştirmelerini de engeller. Dikkat dağınıklığı, bireyin kendi hayatına dair bilinç geliştirme süreçlerini sekteye uğratarak onu yalnızca dışsal uyaranların peşinden sürüklenen bir varlık haline getirir. Bu durum, bireylerin kimliklerini oluşturma, kendi hayatlarını anlamlandırma ve tekâmüllerini derinlemesine sürdürebilme kapasitelerini de zayıflatır. Günümüz toplumunda bireyler, dijital dünyanın sunduğu kısa süreli tatminlerle o kadar iç içe hale gelmiştir ki, uzun vadeli düşünme, değer inşâ etme ve derin bağlar kurma gibi yeteneklerini yitirmektedirler. Hari’nin de işaret ettiği üzere, bu durum bireyleri yalnızca dikkat dağınıklığına değil aynı zamanda “anlam kaybına” sürüklüyor.
“Çalınan” Dikkatin Ekonomi-politiği ve İlişkiler
Dikkat eksikliğinin modernitenin temel yapıtaşlarından biri olarak toplumsal bir sorun haline gelmesi bireylerin toplumsal yaşamlarına olan etkisini de artırdı. Özellikle kapitalist üretim sistemi, bireyleri sürekli olarak yeni içerikler tüketmeye yönlendirirken onların dikkat kapasitelerini kendi ekonomik çıkarlarına uygun olarak biçimlendiriyor. Bu doğrultuda, dijital ekonomi bireylerin yalnızca odaklanma becerilerini değil aynı zamanda kendi kimliklerini ve değerlerini de şekillendiren bir güç haline geliyor. Sosyal medya platformları, dijital alışveriş siteleri ve içerik akışı sunan dijital medya, bireylerin dikkatini “meta” olarak kullanarak onların yalnızca tüketici kimliklerini pekiştirir. Hari’nin de altını dikkatle çizdiği üzere dikkat dağınıklığı artık yalnızca bireylerin kendi içsel kapasiteleriyle aşabilecekleri bir sorun olmaktan çıkmış, sistematik olarak dayatılan bir dikkat ekonomisinin parçası haline gelmiştir.
Modern dünyada dikkat dağınıklığı, yalnızca bireysel bir sorun olarak kalmaz; sosyal ilişkilerimizi, toplumsal dayanışmamızı ve aidiyet duygumuzu derinden etkileyen bir olgu haline gelir. Dijital cihazlar, bireylerin sosyal etkileşimlerinde dahi dikkatlerini tam olarak vermelerine engel olur ve onları, anı yaşamaktan uzaklaştırır. Bu durum, sosyal ilişkilerde daha yüzeysel ve kopuk bir bağlanma biçimini yaygınlaştırır. Özellikle sosyal medya kullanımı, bireylerin sadece dijital dünyada değil, gerçek sosyal ortamlarda bile “orada olmamalarına” sebep olur. Sosyal medya aracılığıyla sürekli bir bilgi ve görüntü akışına maruz kalan bireyler, yüz yüze ilişkilerinde de telefonlarına yönelerek, sosyal etkileşimlerinde bir tür “ara yüz” kullanma alışkanlığı geliştirir. Hari, bu durumu “dijital yalnızlık” olarak tanımlar; yani, bireyler fiziksel olarak sosyal ortamlarda bulunsalar bile zihinsel olarak o ortama odaklanmazlar. Bu durum, modern toplumlarda ilişkilerin yüzeysel bir hale gelmesine, derin bağlar kurmanın zorlaşmasına ve bireylerin yalnızlaşmasına ezcümle şimdiki zamanı ıskalamasına neden olur.
Toplumdan Bireye Sathilik
Dikkat dağınıklığının sosyal ilişkiler üzerindeki etkileri, yalnızca bireylerin birbirleriyle kurdukları bağları değil aynı zamanda toplumsal bağları da zayıflatıyor. Günümüzde insanlar, sosyal medya ve “akıllı” cihazlar aracılığıyla sürekli olarak birbirine bağlı olsalar da bu bağlantı çoğu zaman sathi ve geçici bir nitelik taşıyor. Sosyal medya platformları, kullanıcıların gerçek bir duygusal bağ kurmasını değil kısa süreli tatminler sağlayacak paylaşımlar yapmasını teşvik ediyor. Bu bağlamda, modern toplumda bireylerin birbirine olan bağlılıkları, güçlü sosyal bağlar yerine, kısa süreli ve sathi etkileşimlerle sınırlı kalıyor. Bahsi geçen durum bireylerin birbirine karşı empati geliştirmesini, karşılıklı dayanışma ve sosyal destek duygusunu zayıflatıyor. Böylece toplumsal yapı içinde bireylerin “birlikte yaşama” becerileri azalırken sosyal izolasyon ise artıyor.
Bireylerin toplumsal dayanışma ve birlik duygusunu yitirme meselesi de çalınan dikkatin endişe verici sonuçlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal medyada geçirilen zaman arttıkça, gerçek yaşamda insanlar birbirine daha az vakit ayırmakta ve yüz yüze etkileşimlere daha az değer veriyor. Bu durum, bireyler arası güvenin azalmasına, sosyal izolasyonun artmasına ve dolayısıyla toplumsal bağların zayıflamasına yol açıyor. Bu süreçte bireyler giderek daha yalnız ve daha bağımlı hale geliyor. Günümüzde dikkat dağınıklığı, insanları yalnızlaştırırken aynı zamanda toplumsal bir yalnızlık yaratır. Toplumsal yalnızlık, sadece bireylerin zihinsel sağlığını değil aynı zamanda toplumun sosyal bütünlüğünü de tehdit eder. Toplumdaki bireyler, güçlü bağlara sahip olmadığında, toplumsal dayanışma, kolektif hareketler ve ortak değerler de zayıflar. Bu durum, yalnızca bireysel ilişkilerde değil aynı zamanda sosyal ve politik yapılarda da bir tür yüzeysellik yaratır. Günümüzde toplumsal hareketlerin bile çoğu sosyal medya üzerinden organize edilirken sathi kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dikkat eksikliği ve dijital yalnızlık, bireylerin toplumsal olaylara olan ilgisini azaltarak onları pasif ve apolitik hale getirmektedir.
Müstakbel Başarı
Dikkat dağınıklığı, bireylerin başarı algısını, kendilerini gerçekleştirme kapasitelerini ve hatta kimliklerini derinden etkileyen bir olgu haline gelmiştir. Hari, modern dünyada bireylerin başarılarını artık kısa vadeli, hızlı sonuç alınabilecek projelerle ölçmeye eğilimli olduklarını vurgular. Buradan hareketle bireylerin başarıya yükledikleri anlamın değiştiğini görmek mümkündür.
Dikkat ekonomisi ve dijital dünyanın getirdiği hızlı bilgi tüketimi alışkanlıkları, bireylerin “uzun vadeli başarı” kavramından uzaklaşmasına yol açmıştır. Günümüzde başarı, bir konuyu derinlemesine ele almak veya belirli bir alanda uzun süreli emek vermekle değil anlık tatminlerle ölçülen bir his haline gelmiştir. Bireyler, sürekli olarak dikkatlerini dağıtan uyaranlarla çevrili olduklarından, derinleşme ve uzmanlaşma fırsatını kaybederler. Bu durum, onların başarı algısını yüzeysel bir çerçeveye taşır; uzun vadeli bir meseleye odaklanmak veya belirli bir disiplinde bilgi birikimi geliştirmek yerine, anlık başarıları ve hızla elde edilen tatminleri tercih etmeye başlarlar. Hari’nin de vurguladığı gibi, dikkat eksikliği yalnızca bireylerin akademik ya da meslekî başarılarını değil aynı zamanda kişisel gelişimlerini ve kendilerini tanıma süreçlerini de olumsuz etkiler.
Değer İnşâsı
Dikkat dağınıklığının bireysel başarı üzerindeki etkisi, modern toplumda “değer” kavramının da değişmesine de yol açtı. Artık insanlar, sosyal medya üzerinden aldıkları beğeni sayısıyla veya kısa sürede elde ettikleri görünür başarılarla tatmin oluyor. Bireyler, dikkatlerini kısa vadeli hedeflere yönlendirdikçe derinlemesine çalışma ve emek gerektiren uzun vadeli işlerden uzaklaşıyor. Bu durum, bireylerin başarı hissini sürekli olarak dışsal bir onaylama ihtiyacıyla ilişkilendirmesine neden oldu demek yanlış olmayacaktır. Hari’nin dikkat çektiği üzere, dikkat eksikliği yaşayan bireyler, gerçek anlamda tatmin sağlayacak içsel bir başarıdan çok, dışsal başarılarla beslenmeye çalışırlar. Bu tür bir başarı anlayışı, bireylerin kendilerine olan güvenlerini zayıflatır ve onları sürekli olarak dışarıdan bir onay bekleyen pasif bir konuma iter.
Sonuç Yerine
Ezcümle dikkat dağınıklığı, yalnızca bireyin zihinsel odaklanmasını değil toplumsal bağlarını, anlam arayışını ve kimlik inşâsını da kökten etkileyen bir sorun olarak karşımızda duruyor. Johann Hari’nin altını çizdiği gibi bu mesele yalnızca bireysel bir irade sorunu değil; modernitenin, dijital ekonominin ve hız çağının birey üzerinde kurduğu sistematik bir baskının sonucu. Ancak bu döngüyü kırmak mümkün: Dikkatimizi yeniden kazanmak, değerlerimizi ve anlam arayışımızı merkeze almak için dijital dünyanın üzerimizdeki tahakkümünü sorgulamamız gerekiyor. Belki de çalınan dikkatimizi geri alarak, hem bireysel hem de toplumsal bir yeniden doğuşun kapısını aralayabiliriz.