Başıboş Tehlike: Sokak Hayvanları
Modernitenin getirdiği akıl ve duygu ikiliği, sokak hayvanlarıyla ilgili tartışmalara da yansıyor. Sahipsiz hayvanların sokaklarda yaşaması, halk sağlığı ve güvenliği açısından ciddi sorunlar doğuruyor. Hayvanseverler bir yandan sokak hayvanlarını savunurken, diğer yandan toplumda artan güvenlik kaygıları ve halk sağlığı risklerini görmezden geliyor.
İnsanın duygularına ilişkin eski açıklamalara bakıldığında bir ikilik ile karşılaşılmaktadır. Modernitenin yarattığı bu ikilik, akılcılık ve duygulara bölünmüştür; bir taraf diğerine üstündür. Bu görüşe göre insanda akıl, neyin önemli neyin önemsiz olduğunu ayırt etme konusunda belirleyici bir konumdadır. Duygular ise aklın kontrolü altında tutulmak istenmektedir. Çünkü akıl otoritedir. Bu kontrol yeterli olmadığında yani insan davranışlarında duygular ön plana çıktığında kişinin zayıf olduğu düşünülmüştür.
Akıl ve Duygu İkiliği
Yukarıdaki iddianın aksine duyguların zihne yardımcı olduğu görüşü günümüzde popülerdir. William James duyguyu fiziksel bir durumun vücutta hissedilmesi olarak tanımlamaktadır (Ciccarelli,2017). Buna göre, tehlike anında insan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkmaktadır. Dolayısıyla duygunun adlandırılması bedensel tepkiden sonra gelmektedir. Korku hissi gelişene kadar vücut tepki göstermektedir ve duygulanım bu bedensel tepkidir. Dolayısıyla duygu, bilişsel süreçte duygulanımdan sonra ortaya çıkan anlamdır. Bütün bunlar göz önüne alındığında şunu söylemek mümkündür; vücudumuz etkilenebilir, onu çevresel koşullarla etkileme olasılığı da vardır. Dolayısıyla duygular aynı zamanda sosyal yapılardır. Yani bir bedenin başka bir bedende yaratacağı etkiyle ortaya çıkacak duygular, yeni bir toplumsallığın kurulmasına yardımcı olabilmektedir.
Öte yandan duygulanım adı verilen süreç biyolojik bir hareket ise, bir bedenin diğerini etkileme potansiyelinin sadece insan-insan iletişimi yoluyla değil, aynı zamanda insan-hayvan iletişimi yoluyla da ortaya çıkacağını iddia etmek yanlış olmayacaktır. Bazı hayvanların yaşadığı acı, panik, korku inkâr edilemez. Bu yadsınamaz acının aynı zamanda merhameti doğurduğu da inkâr edilemez (Derrida, 2008).
Kapitalist dünyada yaşanan dönüşümler, insanlar arasında hayvan hakları temelinde eşitsiz bir mücadelenin varlığına işaret etmektedir. Bu dönüşümler hayvanların yaşamının yanı sıra şefkat duygusunu da tehdit etmektedir (Derrida, 2008). Merhametli ile merhametsiz arasındaki mücadele, sömüren ile sömürülen arasındaki çatışmayla benzerlik göstermektedir. Öte yandan tüm hayvanların aynı kategoride ele alınmasına karşı çıkılmış, bu farklılığın ise hayvanların duygusal kapasitesin türden türe farklılık göstermesine dayandırılmıştır.
Hayvan Hakları ve Türcülük
Dünyadaki canlılara baktığımızda insanın hayvanlara göre fiziksel eksiklikleri vardır. İnsan silahsız, çıplak bir yaratıktır, yani hayvanlardan daha savunmasızdır. Derrida’ya göre insanın üstünlük iddiasının zemini bu eksiklik durumudur. Acı çekmek, savunmasız kalmak, güçsüzlük gibi durumlar, tıpkı ölüm gibi, insanların hayvanlarla yaşadığı ortak deneyimlerdir.
İnsanlar sıklıkla kendi türlerinden olanlar için harekete geçerler. Hayvanseverlerin ve hayvan hakları savunucularının mücadelelerine bakıldığında bunun tam tersi görülmektedir. Diğer türler için verilen bu mücadeleleri toplumsal hareket başlığı altında değerlendirmek mümkündür. Bu durumda hayvan hakları savunucularının homojen olmadıkları, bu canlıları empati geliştirerek anlamaya çalıştıkları ve bu empati sayesinde harekete geçtikleri söylenebilir (Tekvar, 2017).
Hayvanseverlerin bireysel ve toplu olarak gerçekleştirdiği hareketler, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi ayrımcı davranışlara karşı hak aramayı temel alan eylemlerle benzerlik göstermektedir. Richard Ryder bunu, insanların hayvanlara acı çekmesini meşrulaştırmayı amaçlayan türcülük olarak kavramsallaştırmıştır (Singer, 2005). Singer (2005) türcülüğü, kişinin kendi biyolojik türünün çıkarları lehine ve diğer türlerin çıkarlarına karşı önyargılı olması olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla bu hareketler temelde türcülüğe karşıdır. Diğer tüm toplumsal hareketlerde olduğu gibi, oluşturulan eylem ve örgütlenmelerle değişim sağlanmaya çalışılmış, ahlaki duygularla faaliyetler gerçekleştirilmiş, kurumsal politikalarla ilişki kurulmuştur. İdealler ve duygular aktivistleri harekete geçiren itici güçlerdir (Tekvar, 2017).
Hayvanseverlerin Çelişkileri
Ancak hayvanseverler her zaman aynı perspektiften bakmamakta, aynı davranışları sergilememektedir. Bazıları yaşama, barınma, yeme-içme ve üreme hakkını savunurken, bazıları üreme hakkı konusunda farklı görüştedir. Hayvanların kısırlaştırılması bazı hayvanseverler tarafından vahşi bir davranış olarak nitelendirilirken, bazıları için olması gerekenin bu olduğu vurgulanmıştır. Beirne’ye (2006) göre faydacı bir bakış açısıyla bakıldığında bir eylemin doğruluğu veya yanlışlığı sonuçlarına bakılarak değerlendirilir ve acıya neden olan eylemin sonuçları kolektif fayda sağlıyorsa bu eylemler meşru görülebilir; örneğin yavru köpekler için sokakta yaşamak hem kendileri hem de toplum açısından olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Dolayısıyla belediyelerin ve hayvanseverlerin ortak çalışmasıyla sokak hayvanları kısırlaştırılabilir.
Bununla birlikte bazı hayvanların yaşam hakkı savunulurken, belirli türlerin diğerlerine tehdit oluşturuyor olması yok sayılmış, öteki türler belirli tür hayvanların hizmetine sunulmuş gibi algılanmaktadır. Kısırlaştırma belirli tür hayvanların üremesini kontrol altında tutmak için elzem görülürken, başka türlerin hastalık yaymak, üreme kontrolünü sağlanmak gibi gerekçelerle öldürülmesi aynı kişiler tarafından normal karşılanmaktadır. Üstelik kapitalizmimin yükselişiyle birlikte hayvana yönelik şiddet gıda ve tekstil endüstrisiyle sınırlı kalmamış, kozmetik ve ilaç sektöründe deney amacıyla hayvanlar kullanılmış, özel üretime göz yumulmuş, bu faaliyetler daha büyük sömürülere yol açan başka sektörlerin de doğmasına yol açmıştır.
Hayvan Hakları ve Merhamet İstismarı
Yeme, içme, barınma, sağlık, güzellik sektörü gibi hayvanların kullanıldığı alanlara ek olarak merhamet duygusunun da nesne olarak kullanıldığı başka sektörlerin de oluştuğu günümüz Türkiye’sindeki sahipsiz hayvan popülasyonuna bakıldığında anlaşılmaktadır. Bir tarafta yaşam hakkı savunulurken, diğer tarafta başka hayvanların yaşamının daha değersiz olduğu düşüncesi sessizce eyleme koyulmuş, belirli türü yaşatmak uğruna başka türlerin sektörel oluşumun hammaddesi olması konusu hiç gündeme getirilmemiştir. Dolayısıyla ülkemizde köpek yemi endüstrisinin devleşmesine bu türcü bakış açısı yol açmıştır.
Sağlıklı bir köpeğin günde yaklaşık 1 kg yem tükettiği düşünüldüğünde köpek popülasyonunun sayıca fazlalığının hizmet ettiği sektörün hangisi olduğu hemen fark edilmektedir. Ülkemizde her geçen gün sayısı artan hayvansever derneklerin topladıkları bağışlar konusunda şeffaf olmayışları da başka bir sömürü düzeninin varlığına işaret etmektedir. Besleme faaliyetlerinin yanı sıra, sağlık hizmetleri de aynı soru işaretlerini gündeme getirmektedir. Kanserli, felçli, ölmek üzere olan hayvanları yaşatma isteğinin bir tür fetiş mi yoksa sömürünün bir parçası mı olduğu sorusu da veterinerlik hizmetlerinin şeffaflığı konusunda başka sorulara işaret etmektedir.
Sokak Hayvanları Sorunu ve Merhametin Yanıltıcı Kullanımı
2024 Türkiye’sinde kurulmuş ‘başıboş köpek’ sömürü düzeninin gerçekten hayvanlara duyduğu merhamet nedeniyle istismar edilen ancak bunun ayırdında olmayan binlerce insanın varlığından da bahsetmenin önemli olduğu düşünülmektedir. Ancak aynı yerden, merhamet duygusundan bahsettiğimizde, bu duygunun sadece köpeklere yönelik değil, diğer canlıları da kapsayacak düzeyde genişletilmesinin önemi hiç bu kadar acil olmamıştır. Trafik kazalarına yol açarak ölümlere, yaralanmalara neden olan, saldırılar sonucunda yaşamını yitiren insanlar ve başka hayvanlar, köpek dışkısı ve ısırıklar sebebiyle halk sağlığı sorunu haline gelen hastalıklardan da bahsetmenin Türkiye’deki başıboş köpek sorunundan kaynaklı tablonun ne kadar içinden çıkılmaz boyuta geldiğini göstermek gerekmektedir.
Sağlıklı bir köpeğin 1 yıl içinde iki defa doğum yaptığı ve her batında 12’ye kadar yavruladığı hesap edildiğinde köpek sayısının kontrol altına alınmasının mümkün olmadığı açıktır. Sayısı 10 milyonu geçen köpekleri toplamanın zorluğu ise hem köpeklerin kaçması hem de hayvanseverlerin belediye yetkililerine engel olmaları nedeniyle mücadele edilmesi imkânsız bir problemle karşı karşıya olduğumuz gerçeğinin altını çizmektedir. Kısırlaştırılan her bir hayvanın ameliyat masrafı ve 1 hafta karantinada kalması gerektiği de hesaba katıldığında kısırlaştırma seçeneğinin bugüne kadar işe yaramamış olduğu çok acı tecrübeler eşliğinde görülmektedir.
Hayvan Hakları İçin Yeni Yasaların Gerekliliği
Ülkemizde hayvanların mal ve eşya statüsünde değerlendirildiği kanun 5199 sayılı Hayvan Haklarının Korunması Kanunu’nun yürürlüğe girmesi bugün yaşanan sorunları yordamakta yetersiz kalmıştır. Amacı, insan ve doğadan kaynaklanan mağduriyetleri önlemek, onları korumak, kötü muameleden uzak tutmak, üremelerini, yaşamlarını ve sağlıklarını korumayı vurgulamak olan yasa (Resmî Gazete, 2004), hayvanların korunmasını kabahat yaptırımlarıyla korumaya çalışarak yetersiz kalmış ve sokak köpeği üremesindeki hızlı artışın önüne geçememiştir. Barınaklarla ilgili mevzular da yıllar boyunca tartışılmış, hayvanseverler bilhassa belediye barınaklarına karşı olumsuz tutum ve davranışlarda bulunmuş, hayvanların bakım ve güvenliğiyle ilgili endişelerini sıkça dile getirmişlerdir. Dahası, özveri ve disiplinle çalışan belediye barınağı çalışanlarının korkulu rüyası haline gelmişler, işlerini yapmalarına engel olmuşlardır. Özetle; hayvanseverler ne kısırlaştırma faaliyetlerinden ne de barınak hizmetlerinden memnun olmamışlardır. Bu kesim için en doğru yol, köpeklerin sokakta yaşamaları olarak görülmüştür.
Sokakta yaşayan bu hayvanların beslemesi yapılırken, geri kalan bakımları yok sayılmıştır. Oysaki sokakta yaşayan bir hayvanın doyurulmaktan başka ihtiyaçlarının olduğu açıktır. Bakım verme davranışının sadece önüne yem, kemik, yemek artığı ve benzeri dökülmesinden ibaret olmadığı evcil hayvan sahibi olan herkesçe bilinmektedir. Üstelik köpekler sokaklarda eğitim almadan, insana uzaktan temas ederek yaşamakta, saldırganlık dürtüleriyle kolayca atağa geçebilmektedirler. Bu sebeple hem kendi içlerindeki kavgalarla elenerek en güçlü olanlar hayatta kalmakta ve üremeye devam etmektedir. Sokakta yaşayan köpeklerin giderek vahşileşmesinin nedenlerinden biri de bu doğal seleksiyon sürecinde elenmeleridir.
Kamu Güvenliği ve Devletin Sorumlulukları
Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Bir görme engellinin basmaktan korktuğu köpeğin, okuluna yürüyerek gitmek zorunda olan çocuğun yoluna çıkan köpek çetesinin, köyde ağılda, kümeste özenle beslenen hayvanları telef eden köpeklerin olduğu bir ülkede güvenlikten bahsetmek şu tabloda bir fantezi haline gelmiştir. Güvenlik sorununun maddeleri salgın hastalıklar, köpeklerin saldırısı nedeniyle zarar gören araçlar, dışkı nedeniyle oluşan kirlilik, yemek artıkları sebebiyle artan fare ve böcek popülasyonu gibi konulara kadar genişletilebilir.
Köpeklerin şehir yaşamına faydası ise ‘fareleri avlama’ üzerinden gündeme getirilmektedir. Bu savın aksine, köpekler avcı olmamaları nedeniyle hem fareler için hiçbir tehdit oluşturmamakta, hem de fare avcısı kedileri öldürmektedirler. ‘Köpeklerin alanını biz işgal ettik’ argümanı ise şehir yaşamı için içi boştur. Zira köpek insana ihtiyaç duyan bir canlıdır, dağ başına bırakılan köpeklerin şehre inmeye çalışmalarından onların doğal yaşamlarının diğer vahşi hayvanların yaşadığı bölgeler olmadığı anlaşılmaktadır.
Merhamet mi Güvenlik mi?
Çocukların, yaşlı vatandaşların köpek çeteleri tarafından vahşice öldürüldüğü, hatta yenildiği bir ülkede bu soruna getirilen tek akılcı çözümün ‘kısırlaştır, yerine bırak’ düzeyinde kalması ve 20 yıl boyunca işe yaramamış olması, artık daha akılcı çözümlerin üretilmesini ve tek bir çocuğun bile bir daha böyle bir vahşete kurban gitmemesini sağlamak zorundadır.
Dünyada bunu başarmış ülkeler mevcuttur. Toplumun faydasını gözeten yaklaşımların geçerli olduğu ülkelerde hem sahipsiz hayvanlar korunmakta hem de insanların can ve mal güvenliği sağlanmaktadır. Sahipsiz olan hayvanın sahiplendirilmeye çalışılması, aksi taktirde bir aylık süre sonunda acısız bir şekilde uyutulmasını bir katliam olarak görmek, kendi türüne düşmanlık hislerini yordamaktadır. İnsanlığın faydası için sivrisinekleri ilaçlayan, fareleri zehirleyen bir toplumda 60-70 kiloluk köpekleri beslemek için yüzlerce hayvanın öldürülmesi, çeteleşmiş köpeklerin sokakta tehlike oluşturmaları konusunda inatla direnmenin merhametli olmakla bir ilgisinin olmadığı açıktır.
Kaynakça
Beirne, P. (2006). For a Nonspeciesist Criminology: Animal Abuse as an Object of Study. İn Nigel South ve Piers Beirne (Ed.) Green Criminology. 117-148. Aldershot: Ashgate
Ciccarelli, Saundra K., and J. Noland White. (2017). Psychology. 5th ed., Pearson Education.
Derrida, J. (2008). The Animal That Therefore I Am. Marie-Louise Mallet (Ed.) (D. Wills, Çev.) New York: Fordham University Press.
Singer, P. (2005). Hayvan Özgürleşmesi (H. Doğan, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Tekvar, S. O. (2017). HAYTAP’ın Hayvan Hakları Mücadelesinde Çatışma Yönetimi: Hayvan Hakları Savunucularının Kendi Aralarında Uzlaşması Mümkün Mü?. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(2), 181-204.
Resmî Gazete: 1 Temmuz 2004 tarih ve 25509 sayı