KASIM 2025, NO: 1
Bir Dönemin Aynasında: 1990’ların Piyasa İnancı
Birdsall, yazısına nostaljik ama eleştirel bir soruyla başlıyor: “1993’te Dünya Bankasının ‘The East Asian Miracle’ raporu neden bu kadar temkinliydi?” Yanıt, hem o dönemin ideolojik rüzgârında hem de kurumun kendi bünyesindeki hassas dengelerde saklı. Berlin Duvarı yıkılmış, Sovyetler çökmüş, Washington Consensus yeni parlamış, NAFTA ve DTÖ gibi serbest ticaret anlaşmaları liberalizmin yeni kutsal metinleri hâline gelmişti. Bu atmosferde, kalkınmanın “devlet eliyle” olabileceğini öne sürmek neredeyse küfür sayılıyordu.
Oysa Japonya, Kore, Tayvan ve Singapur’un büyümesi -yani “mucize”- tam da akıllı devlet müdahaleleriyle gerçekleşmişti. Japonya’nın MITI’si (Sanayi ve Ticaret Bakanlığı), Kore’nin ağır sanayi programı, Tayvan’ın KOBİ ekosistemi, Singapur’un planlı liman ekonomisi… Hepsi “piyasa dışı ama kalkınma dostu” deneylerdi. Dünya Bankası raporu bu gerçeği kabul ediyor, ancak bir yandan da neoliberal dönemin ruhuna ayak uydurmak için şu cümleleri öne çıkarıyordu: “Asya’nın başarısı sağlam makroekonomi, insan sermayesi yatırımı ve serbest ticaretle açıklanabilir.” Birdsall’a göre bu, kurumsal otosansürün en zarif hâliydi.
“Neoliberalizm + İhracat + Koordinasyon Kurumu” Tarifi
Raporun “mucize reçetesi” üç ana bileşenden oluşuyordu:
- Piyasa Temelleri: Düşük enflasyon, yüksek tasarruf, sağlam bütçe ve dışa açıklık.
- Paylaşılan Büyüme: Eşit eğitim fırsatları, toprak reformu ve kırsal gelir artışı.
- İhracat İtkisi: Devletin sanayi seçmeden tüm ihracatçılara teşvik vermesi.
Bu son madde, Dünya Bankasının o zamana dek kabul etmediği kadar cesur bir yenilikti. Ancak Birdsall şunu vurguluyor: “Rapor, sanayi politikası dediği şeyi o kadar dar tanımladı ki, aslında Japonya ve Kore’nin yaptığı müdahaleleri kapsam dışı bıraktı.” Yani, “sektör seçmek yasak ama ihracatı desteklemek serbest” gibi bir diplomatik orta yol.
Devletin Kapasitesi ve “Tekno-Bürokrasi” Ekolü
Birdsall’ın en önemli katkısı, “Asya mucizesinin sıradan bir politika başarısı değil, kurumsal kalite ürünü” olduğunu vurgulaması. Otoriter ama meritokratik bürokrasi, politik baskılardan yalıtılmış ekonomik teknokratlar ve özel sektörle karşılıklı öğrenme mekanizmaları olarak tasarlanan “deliberation council” örneklerinin hepsi güçlü kurumsal entegrasyonun ürünüydü. Bu yapılar, rant arayan siyasetle verimlilik odaklı devlet arasında ince bir denge kurdu. Kısacası, Asya devletleri “kötü devlet müdahalesi” değil, “zeki koordinasyon” modeli uyguladı.
Unutulan Ayak: Tarım ve Eşitlik
Birdsall, “The East Asian Miracle” raporunun tarım boyutunu ihmal ettiğini belirtiyor. Joe Studwell (2013) ve Klaus Deininger (2003) gibi araştırmacıların vurguladığı gibi, yüksek tarımsal verimlilik ve toprak reformları sanayileşmenin ön koşuluydu. Kore ve Tayvan’da küçük çiftçilerin verimliliği ve artan kırsal gelir sayesinde, sanayi kentlerine akın eden iş gücü “ucuz ama yoksul değil, yetenekli ve tasarruf sahibi” bir taban oluşturdu. “Eşitsizliği azaltmak yalnızca ahlaki bir tercih değil, politik istikrar sigortasıydı.”
“Terlemeden Değil, Öğrenerek Büyüme” Tartışması
Birdsall, Paul Krugman’ın (1994) “ter ve yatırımdan ibaret mucize” eleştirisine de cevap veriyor. Ona göre Asya ekonomilerinin başarısı yalnızca fiziksel yatırımlardan değil, teknolojik öğrenme ve bilgi aktarımından kaynaklanıyordu. Bu da ihracat politikalarının sağladığı uluslararası etkileşimle mümkün oldu. Kısacası Asya ülkeleri “üreterek değil, üretmeyi öğrenerek” zenginleşti.
Ana Eleştiri: Mucize Raporu Sanayi Politikasını Fazla Küçümsedi
Birdsall ve önceki eleştirmenler (Dani Rodrik 1994; Alice Amsden 1994; Robert Wade 1990) aynı noktada buluşuyor:
- Dünya Bankası, Asya’nın başarısındaki devlet rolünü teorik olarak tanısa da pratikte yok saydı.
- Kore’nin ağır sanayi hamlesi ve Japonya’nın MITI politikaları “başarısız” diye etiketlenirken bugün aynı ülkelerin yarı iletken ve otomotiv devleri bu programların mirası.
- “Devlet kazananı seçmedi, kazananı yarattı; ama banka bunu itiraf edemedi.”
Sanayi Politikası Geri Döndü
Bugün, yeşil dönüşüm, çip yarışı ve jeopolitik rekabet ortamında sanayi politikası yeniden gündemde. Birdsall, Rodrik, Lane ve Juhász’ın yeni çalışmalarına atıfla şunu vurguluyor: “Sanayi politikası tekrar meşru ama her ülke için aynı şekilde işlemez.”
Başarının ön koşulu hala aynı: iyi yönetişim, insan sermayesi ve kurumsal özerklik. Bu bağlamda, Vietnam ve Bangladeş gibi ülkeler “yeni mucize adayları” olarak öne çıkıyor.
“Zamanın Ürünü Değil, Zamanın Öğretmeni”
Birdsall’ın makalesi, “The East Asian Miracle”ı zamanın ideolojik sınırları içinde kaleme alınmış bir eser olarak okuyor; ama aynı zamanda onun bugün için yeniden yorumlanması gerektiğini vurguluyor. Dünya artık “Piyasaya bırak ve bekle” dönemini geride bıraktı.
Yeni soru: “Yapay zekâ çağında, enerji ve dijital üretimi kim, hangi vizyonla yönlendirecek?” Asya mucizesi artık sadece bir tarih değil, geleceğin laboratuvarı. Sanayi politikası geri döndü ama bu kez veri bilimi, yeşil enerji ve insan sermayesiyle yeniden yazılıyor.
Kaynak: Birdsall, N. (2025). The World Bank’s East Asian miracle: Too much a product of its time?, Journal of Economic Perspectives, 39(4), 127–148.
Asya Usulü Mucize: Sanayi Politikasıyla Zenginleşmenin Anatomisi
Bir Kıta, Bir Kuşak, Bir Sıçrama
- 2 yüzyılın ikinci yarısında, dünya ekonomik haritasında bir mucize yazıldı. Japonya’nın ardından Kore, Tayvan, Singapur ve Hong Kong, birkaç on yıl içinde yoksul ekonomilerden yüksek gelirli ülkelere dönüştü. 1970’te Kore’nin kişi başına geliri, Gana’nın yarısı kadardı; 2019’a gelindiğinde bir İspanyol’unkine yaklaştı. Cherif ve Hasanov, bu dönüşümü sadece bir “talih” hikâyesi değil, tasarlanmış bir sanayi politikası mucizesi olarak okuyor. Onlara göre kalkınmanın sırrı üç kelimede gizli: devletin yönlendirdiği sanayi, ihracat disiplini ve hesap verebilirlik.
Mucizenin Formülü: Üç İlke
- Devletin Aktif Yönlendirmesi
Asya mucizeleri “piyasanın görünmez eli”ne değil, “devletin görünür vizyonu”na güvendi. Kore, 1970’lerde pirinç ya da tekstilde kalmak yerine elektronik, otomotiv, makine gibi karmaşık sektörleri hedef aldı. Yabancı yatırımı değil, yerli üreticinin teknoloji yaratma kapasitesini merkeze koydu. Devlet, bu süreci hem planladı hem finanse etti; üniversitelerden tedarik zincirlerine kadar tüm aktörleri aynı hedefe yöneltti. Malezya, aynı dönemde elektronik üretiminde Kore’yle yarışa girdi ama çok uluslu şirketlerin montaj üssü olmaktan öteye geçemedi. Kore ise Samsung gibi firmalarla kendi Ar-Ge’sini ve patent ekosistemini kurdu.
- İhracat, İhracat, İhracat!
“İç pazara üret.” diyen ithal ikameci model, Asya mucizelerinde yerini “Dünya pazarına üret.” anlayışına bıraktı. Kore’nin Hyundai’si, küçük iç pazara rağmen global satış hedefiyle kuruldu; Malezya’nın Proton’uysa sadece yerli pazarda korumayla ayakta kaldı. Sonuç ortada: biri küresel bir dev, diğeri Çinli bir şirkete satılmış bir marka. İhracat disiplini, devlete “piyasanın gerçek sinyalleri”ni sundu: Hangi ürün dünya standardına ulaştı, hangisi sadece sübvansiyonla yaşıyor?
- Hesap Verebilirlik ve Rekabet
Cherif ve Hasanov’a göre, destek alan firmalar “şartlı destek” mekanizmasına tabiydi. Başarılı olan ödüllendirildi, başarısız olan ayıklama süreciyle elendi. Bu, klasik “Devlet kazananı seçemez.” eleştirisine fiilen bir yanıt niteliğindeydi: “Devlet kazananı seçmedi; kazananları yarattı.” Kore’nin otomotiv sektöründe onlarca “chaebol” rekabet etti; yalnızca Hyundai ayakta kaldı ama bu, on yıllık acı bir eleme süreciyle gerçekleşti.
Üretimde Öğrenme: Sürekli Yeni Görevler
Yazarlar, Robert Lucas’ın (1993) “learning by doing” teorisini merkeze alıyor: Ekonomiler, her seferinde yeni işler öğrenme yeteneğiyle büyüyor. Asya mucizeleri, üretimdeki “öğrenme eğrisini” sürekli yeniden başlatmayı bildi: tekstilden elektroniğe, oradan yarı iletkenlere. Bu, sadece sermaye değil, beceri ve bilgi birikiminin devingenliğiyle açıklanıyor. Nitekim Kore’nin toplam faktör verimliliği (TFP) 1970-2000 arasında yılda %2’nin üzerindeydi; Latin Amerika’daki eş değer ülkelerde negatifti.
“Kalkınmacı Devlet”in Anatomisi
Mucizenin arkasında güçlü ama özerk bir devlet aygıtı vardı. Cherif ve Hasanov, bu kurumsal mimariyi “4A Modeli”yle özetliyor:

Bu kurumlar, klasik “iyi yönetişim” tanımına birebir uymuyordu: rüşvet, kayırmacılık ve nepotizm vakaları vardı ama sonuçta verimlilik doğurdu. Cherif ve Hasanov’un ifadesiyle: “Mucizeyi doğuran kurumlar, ‘iyi’ değil, işlevsel kurumlardı.”
Neoliberal Dönemin Kör Noktası
1980’lerde borç krizleri sonrası gelişmekte olan ülkeler “Devlet geri çekilsin” paradigmasına geçti. Kurumsal kalite, hukukun üstünlüğü, eğitim, finansal derinlik… Hepsi artmasına rağmen mucize tekrarlanmadı. Neden? Çünkü bu politikalar yalnızca “piyasa başarısızlıklarını azaltmayı” hedefliyordu; oysa Asya mucizeleri “piyasayı şekillendirmeyi” amaçlıyordu.
“Mucizeyi Planlamak”
Cherif ve Hasanov’un mesajı, basit ama sarsıcı: “Eğer bir mucizenin ne olduğunu biliyorsak, onu neden yaratmayalım?” Bu cümle, gelişmekte olan ülkeler için kaderle değil, politika tasarımıyla ilgili bir meydan okumadır. Asya mucizeleri bize şunu gösteriyor:
- Eğitim, altyapı, iyi kurumlar elbette gerekir ama yeterli değildir.
- Önemli olan neyi öğreneceğin, neyi üretmek istediğin ve hangi vizyonla yaptığındır.
Bu perspektif, Türkiye’nin de içinde bulunduğu orta gelirli ekonomiler için güçlü bir çağrıdır.
İhracata dayalı yüksek teknoloji sanayi politikası, dijital dönüşümle birleştiğinde bugünün “AI çağı”nda yeni bir Asya mucizesi yaratmak mümkün olabilir. Ancak, bunun için de bir “kalkınmacı devletin yeni versiyonu” gerekir: yapay zekâ destekli planlama, sanayi-üniversite iş birliği ve ölçülebilir ama vizyoner hedefler.
Kaynak: Cherif, R. & Hasanov, F. (2025). Industrial policy, Asian miracle style. Journal of Economic Perspectives, 39(4), 101–126.