Dekonyal Perspektiften Düşünme Becerileri

Dekonyal Perspektiften Düşünme Becerileri

 Eğitim, “insan olma” sürecini beslemeli; bu sürecin kalbinde yer alan düşünme becerileri ise yalnızca 21. yüzyılın teknik becerileriyle sınırlı kalmamalıdır. Düşünme, tarihsel, kültürel ve akıl yürütmeye dayalı bir derinlikle, dekolonyal bir bakış açısıyla yeniden ele alınmalıdır.

 

 Tarih boyunca eğitim, insanın “insan olma” sürecine odaklanmış bir etkinlik olarak görülmüştür. İnsanın insan olabilmesi ise, düşünme yetisini, yani aklını geliştirmesiyle doğrudan ilişkilidir. Düşünme, insanın kendisini, dünyayı ve değerleri anlamlandırma biçimidir. Bu nedenle Antik Yunan’dan İslam düşüncesine kadar uzanan geniş bir gelenekte eğitim, insanın düşünme yetisini olgunlaştırmayı amaçlayan bir faaliyet olarak tanımlanmıştır.

Platon’un paideia anlayışında eğitimin nihai hedefi, insanın ruhsal yetilerini düzenleyerek hakikati kavrayabilen bir akla ulaşmasıdır. Aristoteles’e göre insan, mutlu olabilmek için akıl ve doğayla uyumlu yaşamalı bunun için de iyi bir eğitim almalıdır.  İslam düşüncesinde ise Farabi’den Gazzâlî’ye uzanan çizgide eğitim, insanın aklî kemale ulaşma çabası olarak değerlendirilmiştir. Bu geleneklerin tümünde düşünme, insanı insan kılan asli yeti olarak eğitimin merkezinde yer almıştır ve eğitimin hedefi bu yetinin en iyi şekilde kullanımını sağlamak olmuştur.

 Modern Dönemde Eğitimin Dönüşümü ve Eleştiriler

 Modern dönemde özellikle Sanayi Devrimi sonrasında bu anlayış köklü bir dönüşüme uğramıştır. Eğitimin amacı, insanın kendi varoluşunu gerçekleştirmesinden ziyade üretim sisteminin ihtiyaç duyduğu insan tipini yetiştirmeye yönelmiştir. Bu dönüşüm eğitimi insanın varoluşsal gelişiminden koparıp ekonomik sistemin yeniden üretim mekanizması hâline getirmiştir.

Eğitimin temel amacının bireyi sistemin işleyişine entegre etmek olarak belirlenmesi pek çok düşünür tarafından eleştirilmiş ve sorgulanmıştır. Mesela Herbert Marcuse, modern sanayi toplumunun insanı “tek boyutlu” bir varlığa indirgediğini ileri sürmüş ve ona göre modern eğitim sistemi, bireyin özgürleştirici düşünme kapasitesini geliştirmekten ziyade ekonomik verimlilik ve teknik rasyonaliteye hizmet eden bir uyum mekanizması hâline gelmiştir. Marcuse’un ifadesiyle çağdaş insan artık “düşünen bir özne” değil “üretilen bir işlev”dir. Bu dönüşüm, eğitimin asli hedefi olan insanın insan olma sürecini desteklemeyi göz ardı ederek, bireyi sistemin devamlılığını sağlayacak şekilde biçimlendirmektedir. Pierre Bourdieu ise bu dönüşümün sosyolojik boyutunu, eğitimin kültürel sermaye ve sembolik şiddet aracılığıyla toplumsal düzenin yeniden üretiminde oynadığı rolle açıklar. Okul, görünürde tarafsız bir bilgi aktarım alanı gibi işlese de gerçekte egemen sınıfın düşünme biçimlerini, değer yargılarını ve dilini ‘doğal’ bilgi olarak aktarır. Böylece eğitim, bireylerin düşünme yetisini özgürleştirmekten çok onları mevcut toplumsal yapıların içselleştirilmiş taşıyıcıları hâline getirir. Benzer biçimde Michael W. Apple, eğitimin ideolojik bir kurum olarak toplumsal hegemonya üretiminde işlev gördüğünü belirtir. Apple’a göre müfredat, nötr bir bilgi aktarımı aracı değil; belirli iktidar ilişkilerinin meşrulaştırıldığı bir kültürel alandır. Bu bağlamda modern eğitim, düşünmeyi bir “insan olma etkinliği” olarak değil ölçülebilir ve standardize edilebilir bir “performans göstergesi” olarak yeniden tanımlamıştır.

21. Yüzyıl Becerileri ve Düşünmenin Dönüşümü

Modern dönemde eğitimin, bireyi sisteme entegre etmeye yönelik işlevi pek çok eleştiriye konu olmuş ve eğitim felsefesinde yeni yönelimlerin aranmasına yol açmıştır. Bu bağlamda, düşünme becerilerinin yeniden merkeze taşınması önemli bir çıkış noktası olarak görülmektedir. Özellikle bilgi toplumuna geçişle birlikte, “21. yüzyıl becerileri” söylemi, eğitimde bu çıkışı somutlaştıran bir araç olarak öne çıkmaktadır. Eleştirel, yaratıcı ve analitik düşünme ile problem çözme gibi beceriler, bu çerçevede eğitim politikalarının merkezine yeniden yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Ancak çoğu zaman bu dönüşüm, tarihsel sürekliliğinden kopuk bir biçimde, sanki insanlık tarihinde ilk kez keşfediliyormuş gibi sunulmaktadır.

Oysa bu yaklaşım, özünde ekonomik ve politik bir yönelimi de içinde barındırır. OECD, Dünya Bankası ve UNESCO gibi küresel kuruluşların 1990’lardan itibaren eğitim politikalarına yön veren raporlarında, “21. yüzyıl becerileri” söylemi, bilgi ekonomisinin gerektirdiği esnek, yenilikçi ve rekabetçi iş gücü talebiyle birlikte yükselmiştir. OECD’nin Skills for the 21st Century raporu, yetişkin becerileri verilerini analiz ederken dijital okuryazarlık, problem çözme ve eleştirel düşünme gibi becerilerin iş gücü talepleriyle doğrudan ilişkili olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yine Dünya Bankasının New Skills for a New Century: Informing Regional Policy raporu Rusya örneğini kullanarak çocukların yeni iş gücü ihtiyaçlarına uygun becerilerle donatılmasının eğitim çıktıları üzerine etkisini incelemektedir. Bu becerilerin yeniden öne çıkarılması, insanın düşünme kapasitesini geliştirmekten ziyade neoliberal ekonominin üretken birey modeline uygun insan tipi oluşturma hedefiyle yakından ilişkilidir. Dolayısıyla, çağdaş eğitim gündeminde düşünme becerilerinin yeniden vurgulanması her ne kadar yüzeyde insana odaklanmış bir dönüşüm gibi görünse de özünde ekonomik verimlilik, rekabet gücü ve dijital adaptasyon kavramlarıyla örülmüş bir politika zeminine oturmaktadır.

Eğitimde Düşünmenin Yeniden Konumlanışı

Bu noktada şu soru önem kazanmaktadır: Düşünme becerilerinin eğitimin merkezine yeniden taşınması, gerçekten insanın insan olma sürecine dönük bir yöneliş midir, yoksa sistemin güncellenmiş bir formu mudur? Bu bağlamda, düşünme becerilerinin bugünkü popülerliğini, insanın insan olma sürecine dönüş olarak değil, insanın üretim sistemine yeniden uyarlanması olarak da okumak mümkündür.

Bu nedenle, düşünme becerilerini merkeze alan her eğitim yaklaşımı, yalnızca pedagojik değil, aynı zamanda epistemolojik ve politik bir tercihi de içerir. Düşünmenin nasıl öğretileceği, hangi amaçla geliştirileceği ve hangi insan anlayışına hizmet edeceği soruları eğitimin yönünü belirleyen temel sorulardır. Bu noktada, düşünme becerilerinin güncel biçimleriyle çoğu kez Batı-merkezli bilişsel modellerin tekrarına dönüştüğü görülmektedir. Bu modeller, insanı ekonomik üretkenliğiyle tanımlayan neoliberal anlayış içinde konumlanmakta; dolayısıyla düşünmeyi de piyasa uyumu ve performans ölçülebilirliği üzerinden değerli kılmaktadır.

Oysa düşünme, yalnızca zihinsel bir işlem değil insanın dünyayı ve kendi varoluşunu anlamlandırma biçimini şekillendiren köklü bir yeti olarak önem taşır. Bu nedenle düşünme becerilerini geliştiren her eğitim yaklaşımı, tarihsel ve kültürel bağlamı dikkate almak zorundadır. Burada söz konusu bağlam, düşünmenin farklı dönemlerde insanın “insan olma süreci” içindeki rolünü ve işlevini anlamlandırmak anlamına gelir. Günümüzde düşünme becerilerini merkeze almak, bunları yalnızca bilişsel bir yeti olarak değil insanın kendini ve çevresini anlama kapasitesi çerçevesinde ele almayı gerektirir. Bu sürecin doğru kurgulanabilmesi için tarihsel gelişim iyi analiz edilmelidir: Modern dönemde eğitim, bireyi sisteme entegre etmeye odaklanırken, modern öncesi dönemlerde düşünme eğitimi nasıl şekillenir ve ne amaçla verilirdi soruları göz önünde bulundurmalıdır.

Mantık Geleneğinden Modern Düşünme Modellerine

Düşünme becerilerini kazandırmanın yöntemi, İslam ve Osmanlı eğitim geleneğinde mantık ilminden geçerdi; öğrenciler, başka bir alana yönelmeden önce mantık eğitimi alır ve doğru bilgiye ulaşmanın yöntemini öğrenirdi. Mantık, yalnızca düşünmenin tutarlılığını ve geçerliliğini sağlamakla kalmaz zihni hatalardan koruyan bir çerçeve sunar ve bilişsel süreçlerin temelini oluştururdu. Mantığın kurallarına dayanan tartışma disiplinleri, örneğin Âdâbü’l-Bahs ve’l-Münazara, öğrencilere hem akıl yürütme hem de sosyal erdemler kazandırır; doğru argüman üretme, saygı, duygu kontrolü ve işbirliği gibi yetiler, mantık temelli bir zihinsel altyapıyla toplumsal bir bağlama taşınırdı.

Bu perspektif, modern öncesi eğitimde mantığın yalnızca bir ders olmanın ötesinde düşünmenin doğruluğunu ve anlamını güvence altına alan bir araç olduğunu göstermektedir. Ancak modern dönemdeki epistemik dönüşümler mantığın bu kurucu rolünü zayıflatmakta; düşünme daha çok problem çözme ve verimlilik ekseninde tanımlamaktadır. Bu bağlamda günümüzde düşünme becerilerini merkeze almak yalnızca çağdaş bir yöntemsel yaklaşım değil insanın kendi varoluşunu ve tarihsel düşünme geleneklerini yeniden anlamlandırma çabası olarak da önem taşımaktadır.

Çağdaş dönemde düşünme becerilerini merkeze almaya yönelik farklı yönelimler ortaya çıkmıştır. Özellikle Batı’da, eleştirel pedagojiden yaratıcı düşünme programlarına kadar pek çok yaklaşım, düşünmeyi eğitimin asli bir bileşeni olarak yeniden tanımlama çabası içindedir. Bu arayışlar arasında çocukların düşünme süreçlerini geliştirmeyi amaçlayan Çocuklar İçin Felsefe (Philosophy for Children – P4C) modeli öne çıkar. P4C, çocukların eleştirel, yaratıcı ve işbirlikçi düşünme becerilerini desteklemesi bakımından çağdaş eğitimde önemli bir yere sahiptir.

Ancak Batı’da geliştirilen bu tür modellerin, kendi tarihsel ve kültürel zeminlerinden bağımsız biçimde alımlanması her zaman doğrudan bir uyum üretmemektedir. Zira bu yaklaşımlar, insanı çoğunlukla bireysel özerklik, iletişimsel rasyonalite ve pragmatik fayda üzerinden tanımlayan bir felsefi arka plana dayanır. Bu nedenle, düşünme becerilerini geliştirmeye yönelik her çabanın, yalnızca yöntemsel bir transfer değil aynı zamanda kavramsal bir yeniden konumlandırma gerektirdiği unutulmamalıdır.

Nitekim P4C’nin dayandığı pragmatist zemin, gerçekliğin nesnel yapısına ve zihinden bağımsız varlığına dair şüpheci bir duruş barındırır. Bu durum, düşünmeyi yalnızca iletişimsel bir süreç ya da ortak anlam inşası olarak görme tehlikesini beraberinde getirir. Dolayısıyla, düşünme becerilerinin yalnızca diyalojik bir etkinlik değil aynı zamanda doğruyu arama yönelimi taşıyan epistemik bir faaliyet olduğu hatırlanmalıdır.

Dekolonyal Perspektiften Düşünme Becerileri

 Düşünmenin eğitimin merkezine dönüşüne yönelik çabalar yalnızca Batı modelleriyle sınırlı değildir. Her yaklaşım, kendi kültürel, tarihsel ve felsefi birikimiyle yüzleşmek durumundadır. Bu bağlamda dekolonyal bir perspektif, düşünmenin tek bir epistemik merkezden, yani Batı’dan tanımlanmasına karşı çıkar. Aynı zamanda bilginin, farklı kültürlerin, tarih anlatılarının ve düşünme geleneklerinin içkin mantıklarıyla yeniden kurulmasını savunur. Eğitimde bu yaklaşım, öğrenciyi pasif bir alıcı olmaktan çıkarıp kendi kültürel bağlamında düşünen ve anlam kuran özne hâline getirir; böylece düşünme becerileri, ekonomik araçlardan ziyade insan olma sürecinin temel bir bileşeni olarak yeniden konumlanır.

Türkiye bağlamında bu yönelimin somut karşılığı, Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin kavramsal beceriler başlığı altında düşünme becerilerine verdiği önemdir. Ancak bu çabanın kalıcı ve derinlikli olabilmesi için düşünme becerilerinin, yalnızca 21. yüzyıl becerileri söyleminin bilişsel çerçevesine hapsedilmemesi gerekir. Bu becerilerin, kendi düşünce geleneğimizde köklü bir yere sahip olan mantık eğitimiyle ilişkilendirilerek yeniden yapılandırılması hem felsefi hem pedagojik bir zemin sağlar. Böyle bir yaklaşım, düşünmeyi ekonomik rekabetin bir aracı olmaktan çıkarıp insanın kendini ve dünyayı anlama çabasının merkezine yeniden yerleştirir. Bu doğrultuda, düşünme becerilerini merkeze almak yalnızca çağdaş bir eğitim reformu değil; insanın kendi varoluşunu, tarihini ve düşünme biçimini yeniden anlamlandırma girişimidir. Enstitü Sosyal tarafından ortaya konulan Düşünme Becerileri Programı ise, Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinde atılan adımı derinleştiren ve somutlaştıran bir uygulama niteliği taşır.

Program, düşünme becerilerini yalnızca çağdaş bilişsel modellerin kavramsal çerçevesiyle değil mantık ve anlam kurma süreçlerini merkeze alan bütüncül bir yaklaşımla yeniden yapılandırmaktadır. İçerik; temel, bütünleşik ve üst düzey düşünme becerilerini mantık kurallarıyla ilişkilendirerek öğrencilerin düşünme süreçlerini aktif bir şekilde deneyimlemelerine imkân tanımaktadır. Ayrıca program, yalnızca öğrencilere yönelik materyaller geliştirmekle sınırlı kalmayıp öğretmen eğitimlerine de odaklanmakta; böylece eğitimcilerin düşünme becerilerini etkili bir biçimde kazandıracak pedagojik ve metodolojik yeterliliklere sahip olmalarını da sağlamaktadır. Bu yaklaşım, eğitimi bireyi sisteme uyumlu hâle getirme işlevinden çıkarıp kendi düşünce geleneğinden hareketle öğrencilerin kendine, topluma ve dünyaya dair bilgisini derinleştiren bir öğrenme ortamına dönüştürmektedir. Bu yönüyle program, dekolonyal çalışmalar için somut bir örnek teşkil etmektedir.

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.