Enstitüden Haberler

Enstitü Sosyal ile Şanghay Üniversitesi Türk Araştırmaları Merkezi’nin ortak girişimiyle organize edilen ve Türkiye ile Çin arasındaki akademik ilişkilerin geliştirilmesini amaçlayan Türkiye-Çin Akademik İş Birliği Forumu’nun ikincisi, 6-7 Haziran’da Şanghay Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlendi. “Navigating a Turbulent World: Roadmaps and Reflections from Türkiye and China” başlığıyla gerçekleştirilen ve iki gün süren forum, iki ülkenin üniversitelerinden farklı disiplinlerden akademisyenleri, araştırmacıları, bürokratları ve iş adamlarını bir araya getirdi. 

Forumun ilk gününde iki ülkenin modernleşme süreçleri, bilimsel gelişmeler ve eğitim politikaları ele alındı. Forum, Şanghay Üniversitesi Sosyal Bilimler Akademisi üyesi Prof. Guo Changgang’ın açılış konuşmasıyla başladı. Prof. Guo, forumun yalnızca Türk ve Çinli uzmanları bir araya getirmediğini, aynı zamanda farklı alanlardan akademisyenleri buluşturarak çok disiplinli bir iletişim ortamı oluşturmayı amaçladıklarını vurguladı.

“Tarih her zaman bugünü anlamanın anahtarıdır. Aynı zamanda, eğitim tüm modern toplumların temelini oluşturur. Türkiye bu konuda önemli bir başarı sergilemiştir. Medeniyet ve kültür perspektifinden hareketle tarih ve eğitime odaklanıyoruz.” ifadelerini kullanan Guo, bu forumun iki ülkenin birbirini daha iyi tanımasına ve ilişkilerin gelişmesine katkı sağlayacağına dikkat çekti.

Enstitü Sosyal Genel Koordinatörü Dr. İpek Coşkun Armağan, Türkiye-Çin ilişkilerinin yüzyıllar öncesine dayandığını belirterek, II. Abdülhamid döneminde Pekin’de kurulan Hamidiye Medresesinin bu ilişkilerin tarihî bir nişanesi olduğunu hatırlattı. Coşkun, bu tür akademik iş birliklerinin, iki köklü kültürün birbirini tanıması ve ortak anlayış geliştirmesi açısından büyük önem taşıdığını ifade etti.

Forumun ilk oturumu, Prof. Guo Changgang moderatörlüğünde gerçekleşti. Oturumun açılış konuşmasını, East China Normal University öğretim üyesi Prof. Xiao Donglian yaptı. Çin’in dışa açılma sürecini ele alan Xiao, uluslararası ilişkilerde karşılaşılan her politik zorluğun, yeni çözümler üretmek için bir fırsat sunduğunu vurguladı. Ayrıca, böyle dönemlerde en kritik unsurun istikrarlı siyasi otoriteler olduğunu belirtti.

İlk gün, “Yüz Yıllık Bilimsel ve Teknolojik Devrim ile Çin’in Modernleşme Yolu” ve “Küresel Perspektiften Çin Örneğiyle Ulusötesi Ekonomik Bilgi Akışı” başlıklı sunumlarla devam etti. Bilim tarihi alanında çalışmalar yapan, Shenzhen Üniversitesinden Du Lei, “1978’de başlayan ‘Reform ve Dışa Açılma’ politikası ile birlikte, daha önce yurt dışında eğitim alan Çinli öğrenciler ülkeye dönmeye başladı. Özellikle 1970 ve 1980’li yıllarda Amerika’dan dönen bilim insanları ve mühendisler, sanayiye bilgi ve teknoloji aktarımı sağlayarak küresel değer zincirine entegre bir üretim sistemi kurulmasına katkıda bulundular. Bu süreç, Çin’in yüksek teknoloji üretiminde büyük bir atılım yapmasına neden oldu. Yabancı yatırımların da etkisiyle Ar-Ge (araştırma-geliştirme) faaliyetleri 1990’lı yıllarda hızla artış gösterdi. Bu dönem, bilimsel üretkenliğin sistematik hâle geldiği bir dönüm noktası oldu.” ifadelerine yer verdi. 

Oturumun son konuşmacısı ise Çin’deki ailelerin ve öğrencilerin eğitim sistemine yönelik kaygılarını saha araştırmalarıyla inceleyen Shanghai Üniversitesinden Chen Meng oldu. Chen, “Dönüşüm Sürecinde Çin’in Megakentlerindeki Ailelerin Eğitime Bakışı” başlıklı sunumunda, “tiger mother” olgusu üzerinden Çinli ailelerin akademik başarıya odaklı yaklaşımlarını değerlendirdi. “Çin’de toplumsal tabakalaşmanın incelmesi ve sosyal eşitliğe olan güçlü inanç, eğitime verilen önemi artırmıştır. Eğitimden elde edilen getirinin yüksek olduğuna dair yaygın algı, ailelerin beklentilerini de yükseltmiştir. Ancak bu durum, eğitim kaynaklarının kutuplaşmasına neden olmuş; yüksek rekabetin yaşandığı, seçiciliği son derece yüksek bir toplum ortaya çıkmıştır.” ifadelerine yer veren Chen, dezavantajlı sınıfın sınıf atlamak için, orta sınıfın ise sınıf düşmemek için eğitime bel bağladığını ve bu durumun toplumun tüm kesiminde anksiyete yarattığını ifade etti. 

İkinci oturum, Enstitümüz Toplum Araştırmaları Koordinatörü Dr. Selçuk Aydın’ın moderatörlüğünde gerçekleşti. Oturum, Dr. İpek Coşkun Armağan’ın “Yapay Zekâ Rönesansı’ndan Sonra Eğitimin Anlamı” başlıklı konuşmasıyla başladı. Yapay zekânın bir devrim değil, bir “yeniden doğuş” niteliğinde olduğunu vurgulayan Armağan, eğitim politikalarının da bu yeni durum doğrultusunda yeniden yapılandırılması gerektiğini ifade etti.

Oturum, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğr. Üyesi Doç. Dr. Ertuğrul Ökten’in “Medeniyet Kavramının Yeniden Değerlendirilmesi: Potansiyel ve Tuzaklar” başlıklı sunumuyla devam etti. Ökten, sunumunda “Uygarlık kavramı, araştırma alanlarının gittikçe uzmanlaştığı bir dönemde fazla geniş bulunabilir. Bu nedenle anlam üretmede sınırlı kalabilir. Ancak küresel ölçekte düşünmek ve geniş toplumsal kümeleri tartışmak için faydalı bir çerçeve sunar.” diyerek kavramın günümüz dünyasındaki işlevine dikkat çekti.

Sunumunda medeniyet tanımlarını tarihsel örnekler üzerinden değerlendiren Ökten, özellikle Çin’in yükselen küresel rolüne değinerek, “Çin, küresel ekonomik gücün yeni merkezi olma potansiyeli taşıyor. Kendini süper güç olarak değil, diğerleriyle eşit bir aktör olarak konumlandırması, medeniyet kavramına eşitlikçi bir yaklaşım getirme potansiyeli taşımaktadır. Bu, Timur’un ‘diğer emirler arasında bir emir’ anlayışını hatırlatmaktadır.” ifadelerine yer verdi.

Oturumun devamında Prof. Dr. Hatice Ferhan Odabaşı, dijital dönüşüm çağında Türk ailesinin karşılaştığı zorluklara odaklandı. VUCA (Volatility - Uncertainty - Complexity - Ambiguity) dünyasında ailenin değişen yapısını ele alan Odabaşı, son on yılın aile yapısı üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu belirtti.

“Aile, Türkiye’de birey için her zaman güvenli bir liman olmuştur. Ancak dijitalleşmenin getirdiği hızlı değişim, ilişkilerin doğasını değiştirdi. Geleneksel çözüm yolları artık yetersiz kalıyor; ailelerin bu yeni dünyada ayakta kalabilmesi için esneklik ve çeviklik kazanması gerekiyor.” diyen Odabaşı, beş temel kırılma alanı olarak iletişim, bakım, iş birliği, güven ve güvence başlıklarını öne çıkardı.

Oturumun son konuşmacısı İstanbul Üniversitesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Veysel Bozkurt, yapay zekâ teknolojilerinin eğitim alanındaki etkilerini ele aldığı sunumunda, “Yapay zekâ araçları küresel ölçekte kişiselleştirilmiş öğrenme fırsatları sunsa da öğretmenler hâlâ bu ekosistemin en kritik aktörleri olmaya devam etmektedir.” ifadelerine yer verdi. Bozkurt, öğretmenlerin yapay zekâya karşı geliştirdiği mesleki direnç mekanizmalarını, güvenlik ve mahremiyet kaygıları ekseninde değerlendirdiği kapsamlı araştırma bulgularını katılımcılarla paylaştı. Türkiye bağlamına özgü kültürel ve yapısal dinamiklerin, öğretmenlerin teknolojiye adaptasyon sürecini nasıl etkilediğini aktaran Bozkurt, özellikle yaş, algılanan fayda ve güvenlik endişeleri gibi faktörlerin bu direnci şekillendirdiğine dikkat çekti. Sunumda ayrıca, mevcut eğitim politikalarının yapay zekâ çağına uyum sağlaması için öğretmen eğitimi müfredatının yeniden yapılandırılması gerektiği vurgulandı.

Dr. İpek Coşkun Armağan’ın moderasyonunu yaptığı “Türkiye’nin Dış Politikası” başlıklı oturumda ilk olarak Türkiye Maarif Vakfı Başkanı Mahmut Özdil söz aldı. Vakfın 55 ülkede yürüttüğü faaliyetleri aktaran Özdil, eğitimin yalnızca bilgi aktarımı değil, aynı zamanda kültürler arasında anlamlı ilişkiler kurma zemini olduğunu vurguladı. Eğitim yaklaşımını  “Eğitim bizim için ihracat edilecek bir model değil; birlikte öğrenilen, karşılıklı saygı içinde şekillenen bir alandır. Gerçek evrensellik, yerel olanı bastırmak değil; her kültürün ritmini ve hafızasını tanıyarak ortak bir zemin oluşturabilmektir.” sözleriyle özetledi.

Uluslararası iş birliklerinin, kültürel üstünlük kurmak yerine eşitlik ve dayanışma temelinde ilerlemesi gerektiğini belirten Özdil, Maarif Vakfının bu doğrultuda akademik ortaklıklar geliştirdiğini ifade etti. Türkçe ve Türkiye Çalışmaları Merkezleri aracılığıyla farklı coğrafyalarda çok yönlü iş birlikleri kurduklarını belirterek, “Akademik diplomasi, ancak birlikte düşünme ve üretme iradesiyle anlam kazanır,” ifadelerine yer verdi.

Oturumda Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Öğr. Üyesi Dr. Alaeddin Tekin, 19. ve 20. yüzyılın başlarında Güneydoğu Asya’daki Müslüman anti-sömürge mücadelelerine Türk ve Çinli aktörlerin çok boyutlu katkılarını ele aldı. Tekin, “Türk ve Çinli aktörler yalnızca sembolik dayanışmayla değil, ideolojik ve maddi düzeyde de bu direnişin bir parçası olmuşlardır,” diyerek, Osmanlı diplomatlarının bölgedeki Arap toplulukları aracılığıyla yürüttüğü Pan-İslamcı faaliyetler ile Çinli Müslümanların Asya-merkezli vizyonlarının, bölgedeki direniş hareketlerini nasıl beslediğine dikkat çekti.

Devamında Enstitü Sosyal Toplum Araştırmaları biriminden Dr. Murat Yaş, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında altyapı projelerinin finansmanında İslami finansın sunduğu olanaklara dikkat çekti. Faizsizliği, risk paylaşımını ve şeffaflığı esas alan bu sistemin, özellikle Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerde kültürel uyum ve etik finansman açısından güçlü bir alternatif sunduğunu vurguladı. Yaş, “İslam dünyasından geçen Kuşak ve Yol Girişimi altyapı projelerinin finansmanında İslami finans yöntemlerinin kullanılması, hem proje finansmanı açısından daha geniş bir sermaye havuzuna erişim imkânı sunmakta hem de İslam dünyası ile Çin arasındaki ilişkilerin gelişimine katkı sağlamaktadır.” ifadesini kullandı. Çin’in dünya helal pazarında lider konumda olmasına rağmen İslami finans alanında henüz başlangıç aşamasında olduğunu belirten Yaş, bu açığın Hong Kong gibi esnek finansal altyapılarla kapatılabileceğini ve projelerin hem sürdürülebilir kalkınma hedeflerine hem de yeşil finans kriterlerine uyum sağlayabileceğini dile getirdi.

Oturum, Enstitümüz Toplum Araştırmaları Koordinatörü Dr. Selçuk Aydın’ın konuşmasıyla sona erdi. “Küresel Ticaretin Jeopolitiği: Orta Doğu Neden Artık Her Zamankinden Daha Önemli?” başlıklı konuşmasında Aydın, ABDnin ikinci Trump dönemiyle birlikte ekonomik çıkarları önceleyen, ittifakları geri plana atan bir dış politika izlemeye başladığını belirtti. Bu dönüşümün yalnızca güncel bir yönelim değil, tarihsel süreklilik taşıyan bir paradigma değişikliği olduğunu vurgulayan Aydın, “Bugünün ticaret savaşları, geçmişin haçlı seferlerinden miras kalan bir zihniyetin modern versiyonudur; fark şu ki, artık toprağı değil, rotaları kontrol etmek istiyorlar” ifadesiyle jeopolitik mücadeledeki dönüşen motivasyonlara dikkat çekti. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile Türkiye-Irak öncülüğündeki Kalkınma Yolu Projesi gibi bölge merkezli alternatiflerin yükseldiğini belirten Aydın, “Bölgeye dışarıdan çizilen rotalar değil, içeriden çıkan yollar kalıcı olur” diyerek yerli inisiyatiflerin önemine işaret etti. Sunum, Orta Doğu’nun jeoekonomik değerinin yeniden şekillenen küresel düzende merkezî bir rol üstlenmeye aday olduğunu ortaya koydu.

İlk günün kapanış oturumu, “Trump 2.0” bağlamında küresel tedarik zinciri ve Türkiye-Çin ekonomik ilişkilerine odaklanan bir yuvarlak masa tartışmasıyla gerçekleşti. Oturumda Selçuk Aydın ve Guo Changgang, mevcut jeopolitik gerilimlerin Türkiye-Çin iş birliklerini nasıl yeniden şekillendirebileceğini tartışırken, Orient Silk Road Consulting Kurucu Direktörü Doruk Keser, iki ülke arasında gelişen ticaretin stratejik yönlerine ve karşılıklı yatırım fırsatlarına değindi. Cetus Maritime CEO’su Yang Xintian ise küresel tedarik zincirinde yaşanan dönüşümü deniz taşımacılığı perspektifinden değerlendirerek, karbon düzenlemeleri, liman politikaları ve bölgesel çatışmaların sektöre etkilerini analiz etti. Oturumda, Çin ile Türkiye arasında ekonomik dayanışmanın sadece rakamlarla değil, aynı zamanda stratejik vizyonla da inşa edilmesi gerektiği dile getirildi

Forumun ikinci gününde Türkiye-Çin ilişkileri uluslararası krizler ve bölgesel dönüşümler bağlamında ele alındı. Shanghai Üniversitesi Türk Araştırmaları Merkezinden Dr. Du Donghui’nin başkanlığını yaptığı oturumda, çok aktörlü bir dünyada Türkiye ve Çin’in nasıl pozisyonlandığı farklı akademik bakış açılarıyla tartışıldı.

Konuşmacılardan Şanghay Üniversitesi Misafir Öğr. Üyesi Gökhan Bozbaş, Türkiye ve Çin’in Orta Doğu krizleri karşısında geliştirdiği iş birliği olanaklarını “Cross-Regional Insights: Türkiye–China Cooperation and the Middle East in Times of Crisis” başlıklı sunumuyla ele aldı. Şanghay Üniversitesinden Dr. Serdar Yurtçiçek ise Atatürk’ün Çin Cumhuriyeti dönemindeki etkisine odaklandı; Atatürk’ün anti-emperyalist ve modernleşmeci mirasının Çin entelijansiyası üzerindeki yansımalarını örnekler üzerinden aktardı.

Shanghai Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi misafir öğretim üyesi Ahmet Faruk Işık, Türkiye-Çin ilişkilerinin dönüşümünü “From Strategic Balance to Shared Wisdom” başlığı altında ele aldı. Konuşmasında, iki ülke arasında stratejik dengeye dayalı diplomasinin zamanla pragmatik ve istikrarlı bir ekonomik iş birliğine evrildiğini vurgulayan Işık, özellikle Türkiye’nin Orta Koridor inisiyatifi ile Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi arasında kurulabilecek stratejik sinerjinin altını çizdi. Bu uyumun sadece ticaretle sınırlı kalmadığını, aynı zamanda ekonomik politika, altyapı ve akademik iş birlikleri gibi alanlara da yayıldığını belirtti. Özellikle, her iki ülkenin siyasi, toplumsal ve ekonomik sistemlerine derinlemesine hâkim akademisyenler arasındaki karşılıklı araştırma projeleri ve akademik değişimlerin, daha nitelikli politika diyaloglarının ve sınır ötesi stratejilerin temelini oluşturduğunu ifade etti. Işık, Türkiye’nin bölgesel bir lider ve Çin için giderek vazgeçilmez bir stratejik ortak hâline geldiğini belirterek, iki ülkenin çok kutuplu ve istikrarlı bir uluslararası düzenin ortak kurucuları olarak konumlanabileceğini sözlerine ekledi.

Günün ilerleyen saatlerinde düzenlenen değerlendirme oturumunda, iki ülke arasındaki akademik iş birliğini güçlendirmek amacıyla yürütülebilecek ortak projeler ve öğrenci değişim programları üzerine görüş alışverişinde bulunuldu.

Türkiye-Çin Akademik İş Birliği Forumu’nun iki ülke arasında daha derinlikli ve sürdürülebilir akademik iş birliklerinin geliştirilmesine katkıda bulunması hedefleniyor.

 

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.