REFİKA ANGKASA

Kendi Fikrimizi Nasıl Oluşturacağız?

Felsefe, çoğu zaman yalnızca filozofların tarihsel fikirlerine indirgenerek dar bir alana hapsediliyor. Oysa felsefe, ezberlemeyi değil, düşünmeyi öğretir; bu yönüyle eğitimin sadece tamamlayıcısı değil, asıl taşıyıcı sütunudur. Peki, düşünceyi inşa eden bu temel disiplinin hayati önemi yeterince fark ediliyor mu?

 

Felsefi düşünme, yalnızca büyük filozofların metinlerini okumaktan ibaret değildir; aynı zamanda soru sorma, sorgulama, analiz etme, mantık kurma ve farklı bakış açılarını değerlendirme becerilerini içerir.  Bu açıdan bakıldığında, 20. yüzyıl Batı felsefesinin önemli isimlerinden Bochenski’nin de belirttiği gibi, aslında felsefe yapmayan kimse yoktur. Çünkü felsefe, yalnızca akademik bir disiplin olmanın ötesinde, insanın diliyle, bilgisiyle ve değerleriyle kurduğu ilişkiyi anlamlandırma çabasıdır. Başka bir deyişle, insan var olduğu sürece felsefe de vardır; çünkü düşünmek, sorgulamak ve anlam arayışı, insan olmanın ayrılmaz bir parçasıdır.

Düşünme bu kadar merkezi bir konumda ise düşünme becerilerinin nasıl kazanıldığına dair derin bir analizimizin olması gerekir. Peki, gerçekten böyle bir analizimiz var mı?

Küçük yaşlardan itibaren en çok duyduğumuz komutlardan biri “düşün”dür. Mantık, mantıklı akıl yürütme ve doğru düşünme konusunda sürekli bir vurgu yapılırken, eğitim sisteminde erken dönemden itibaren bunların ne anlama geldiğine dair açıklayıcı bir çerçevenin sunulmaması büyük bir çelişki içermektedir.

Düşünmenin ne olduğu öğretilmeden, insanlardan mantıklı düşünmelerinin beklenmesi bir paradoksa yol açmaktadır. Oysa felsefe tam da bu noktada devreye girerek, düşünme süreçlerimizi sorgulamamıza, yapısını analiz etmemize ve berraklaştırmamıza yardımcı olmaktadır. Bu yönüyle felsefe erken yaşlardan itibaren eğitimde yer alması gereken bir alandır.

Matthew Lipman, çocukların doğal olarak düşündüklerini, ancak bu düşünme becerilerinin felsefi sorgulama ile derinleştirilebileceğini savunur. Lipman’a göre, çocuklara mantıklı akıl yürütme ve eleştirel düşünme becerilerinin kazandırılması, sadece bilgi aktarımından ibaret değildir; bu sürecin etkileşimli bir şekilde yönetilmesi ve sorularla yönlendirilmesi gerekir. Felsefi sorgulama pratiği erken yaşlarda kazandırılmazsa, çocuklar sınırlı bir düşünme çerçevesine sıkışabilir ve yalnızca kendi deneyimlerinden hareketle düşünme biçimleri geliştirirler. Bu durum, toplumsal etkileşimin eksik olduğu zamanlarda daha belirgin hale gelir, çünkü birlikte düşünme ve problem çözme becerileri de yeterince gelişmez.

Vygotski’nin teorisine göre ise, çocukların bilişsel gelişimi, yalnızca bireysel bir süreç değil, toplum içinde şekillenen bir olgudur. Vygotski, düşünmenin, başkalarıyla etkileşim yoluyla, özellikle dil aracılığıyla geliştiğini belirtir. Çocuklar, çevrelerinden aldıkları geri bildirimlerle düşünme becerilerini geliştirirler ve bu süreç, toplumsal bir öğrenme biçimi olarak önemli bir yer tutar. Dolayısıyla, Lipman’ın da savunduğu gibi, çocuklara sadece bireysel olarak düşünmeyi değil, aynı zamanda toplumsal etkileşim yoluyla düşünme becerilerini de kazandırmak gerekir.

Bu doğrultuda, eğitimde felsefi düşünmenin konumunu belirlemek, düşünme becerilerinin nasıl sistematik ve etkin bir şekilde kazandırılabileceğini anlamak açısından kritik bir gereklilik olarak öne çıkar. Bu nedenle, düşünme süreçlerini bilinçli ve yapılandırılmış bir yaklaşımla destekleyen eğitim modelinin nasıl olması gerektiği üzerine kapsamlı bir değerlendirme yapılması gerekir.

Eğitim Sistemimizde Felsefe

Düşünme becerilerini kazandırmayı hedefleyen bir eğitim, müfredatını çocukların yaşlarına uygun etkinliklerle şekillendirir. Erken yaşlarda somut örnekler ve basit sorularla düşünme becerileri geliştirilir, oyunlar ve grup etkinlikleriyle birlikte düşünmeye teşvik edilir. İlkokulda daha karmaşık sorunlar ve etik ikilemler üzerinde düşünmeleri sağlanır, hem bireysel hem de grup halinde düşünme becerileri desteklenir.

Ortaokulda ise daha derinlemesine sorgulama ve eleştirel düşünme etkinlikleriyle çocukların analitik düşünme becerileri geliştirilir. Bu süreç, çocukların hem bireysel hem de toplumsal etkileşimle düşünmelerini sağlayarak, felsefi düşünmeyi öğrenmelerine katkı sağlar. Eğitim teorisyeni E.D. Hirsch’in vurguladığı gibi, aşamalı olarak geliştirilen düşünme becerileri, öğrencilerin ilerleyen eğitim kademelerinde öğrendiklerini daha kalıcı hale getirmesine yardımcı olur.

Eğitimde felsefi düşünmenin bir beceri olarak benimsenebilmesi için, çocukların düşünme süreçlerini sorgulama, derinleştirme ve yeniden yapılandırma yolları sistematik olarak desteklenmesi gerekir. Peki, eğitim sistemimizde bu yaklaşımı görebiliyor muyuz? 

Ülkemizde ilkokul ve ortaokul müfredatında felsefe ve düşünme konulu bir ders bulunmamaktadır. Lise çağına gelindiğinde gençler birdenbire "felsefe" adlı bir dersle karşılaşır. Haftada iki saatlik bu ders kapsamında onlara düşünmeleri gerektiği hatırlatılır. Bu, aslında düşünmenin bir beceri olarak değil, belirli bir akademik içeriğe bağlı olarak öğretilmesi gerektiği yanılgısına yol açar.

Oysaki düşünmek, hayatın her anında devrede olan ve sürekli gelişime açık bir süreçtir. Lisede felsefe dersleri verdiğim dönemde öğrencilerimin en büyük kaygısı, sınavda filozofların tarihi bilgilerini ezberlemeleri gerekip gerekmediğiydi. Oysa ben, onların kendi fikirlerini nasıl oluşturduklarıyla daha çok ilgilendiğimi söylediğimde, ezber kaygısının yerini başka bir endişe aldı: “Kendi fikrimizi nasıl oluşturacağız?”

İşte bu soru, eğitim sistemimizin düşünme becerilerini nasıl ele aldığını sorgulamamız gerektiğini gösteren en temel noktalardan biridir. Öğrenciler yıllarca doğru cevapları bulmaya yönlendirilirken, kendi düşüncelerini inşa etmeye dair sınırlı rehberlik alabiliyorlar.

Oysa düşünmek, Dewey’in de dediği gibi tıpkı yazı yazmak ya da problem çözmek gibi geliştirilebilir bir beceridir ve belirli bir yöntemle desteklenmediğinde yüzeysel kalır.

Nasıl Bir Felsefe?

Felsefenin yalnızca akademik bir ders olarak öğretilmesi yeterli değildir; eleştirel ve felsefi düşünmenin bir beceri olarak kazandırılması gerekir. Ancak geleneksel eğitim sistemleri bilgi aktarımına odaklandığı için sorgulama, mantıklı akıl yürütme ve analitik düşünme becerilerine yeterince alan açmaz. Oysa, dijitalleşmeyle birlikte hayatımıza giren veri yığınını doğru bir şekilde analiz edebilmek, her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Günlük hayatta karşılaştığımız veri miktarı, insan zihninin işleyebileceğinden çok daha fazladır ve bu durum düşünme becerilerini zorlar. Özellikle dijital ortamda bilgiye hızlı ve yüzeysel şekilde ulaşmak yaygın bir alışkanlığa dönüşürken, RAND’ın yayınladığı Dijital Öğrenme raporu bu durumun derinlemesine düşünme becerilerini zayıflattığını ortaya koymaktadır.

Öğrenciler artık bilgiye hızla ulaşabilse de bu bilgiyi analiz etme ve eleştirel bir süzgeçten geçirme alışkanlığı kazanmadıkları için yanlış bilgiye daha açık hale gelmektedir. Dijitalleşme, bilgiye erişimi kolaylaştırırken aynı zamanda büyük bir dezenformasyon riski de doğurmaktadır. Nitekim Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 Global Risk Raporu’nda, kısa vadede en büyük tehditlerden biri olarak yanlış bilgilendirme ve dezenformasyonun gösterilmesi, bu sorunun ciddiyetini ortaya koymaktadır. Düşünme becerileri yeterince gelişmediğinde, bireyler dijital dünyada karşılarına çıkan her veriyi sorgulamadan doğru kabul etme eğiliminde olmaktadır.

Günümüzde bu risklerin farkında olan bazı ülkeler, eğitim reformlarıyla düşünme becerilerini müfredatlarına entegre etmeyi hedeflemektedir. Finlandiya, Fenomen Tabanlı Öğrenme (PhBL) modeliyle disiplinler arası analiz ve problem çözmeyi teşvik ederken, ABD, Common Core State Standards (CCSS) çerçevesiyle eleştirel düşünmeye dayalı bir eğitim sunmaktadır. Malezya, Higher Order Thinking Skills (HOTS) yaklaşımıyla öğrencilerin analiz ve değerlendirme becerilerini geliştirirken, Türkiye de Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında yeni müfredatla eleştirel okuma, sorgulama ve analitik düşünmeyi güçlendirmeyi hedeflemektedir. Peki bu müfredatları klasik müfredatlardan ayıran nokta nedir?

Yaşam Becerisi Olarak Felsefe

Düşünme becerilerini merkeze alan eğitim modelinde öğrencilere bu becerileri kazandırmanın yolu, onları belli ezber kalıplarına hapsetmek değil, nasıl düşüneceklerini göstermekten geçer. Bir metni analiz ederken, bir olayı değerlendirirken ya da bir argümanı tartışırken hangi yöntemleri kullanmaları gerektiğini fark etmelerini sağlamak, onları pasif bilgi alıcıları olmaktan çıkarıp düşünen kişiler hâline getirir. Ancak bu, yalnızca lisede haftada iki saatlik bir dersle kazanılacak bir yetkinlik değildir.

Düşünme, erken yaşlardan itibaren beslenmesi gereken bir alışkanlık, hatta bir yaşam becerisidir. Düşünmenin, sorgulamanın ve eleştirel akıl yürütmenin ancak erken yaşlardan itibaren, günlük yaşamın içine yerleşmiş bir beceri olarak geliştirilebileceğini göz önünde bulundurursak, felsefenin eğitim sisteminde yalnızca bir ders değil, bir yaşam becerisi olarak ele alınması gerektiği açıkça görülür.

Felsefenin yalnızca bir ders olarak değil, bir yaşam becerisi olarak ele alınması, bireylerin düşünme biçimlerini sorgulamalarını, çelişkileri fark etmelerini ve karmaşık problemler karşısında alternatif yollar üretebilmelerini sağlar. Düşünmeyi öğretmek, yalnızca bilgi aktarmak değil, bir yöntem kazandırmaktır. Ancak bu yöntem, zamanla ve sürekli bir pratikle gelişebilir.

Bu noktada, eğitim sisteminin düşünme becerilerini merkeze alacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekir. Sorgulamanın, analitik düşünmenin, mantık yürütmenin ve eleştirel bakış açısının kazandırılması için felsefi düşünmenin belirli bir yaşa ertelenmemesi, eğitim sürecinin en başından itibaren bir beceri olarak kazandırılması gerekmektedir. Felsefe, hayatın içinde bir düşünme becerisi olarak ele alınmadığı sürece, yalnızca akademik bir disiplin olarak kalır; oysa düşünme, insanın en temel yetilerinden biri olarak, biçimlenmemiş, düzensiz ve bireysel çabalarla sınırlı kalmamalıdır.

Eğer felsefe, eğitim sistemimizde bir yaşam becerisi olarak yer alacaksa, müfredatın tamamı düşünme becerilerini merkeze alacak şekilde yapılandırılmalıdır. Düşünme becerilerini geliştiren çocuklar, öğrenme sürecine daha etkin katılım sağlar ve akademik başarıları artar. Bu nedenle, erken yaşlardan itibaren öğrencilerin sorgulama yapabilecekleri ortamlar oluşturulmalı ve ders içerikleri, eleştirel ve analitik düşünmeyi teşvik edecek şekilde yeniden tasarlanmalıdır.

Aynı zamanda, öğretmenlerin de bu süreci destekleyebilmesi için düşünme becerilerine yönelik sağlam bir altyapıya sahip olmaları gerekmektedir. Eğitim sisteminde düşünmenin temel bir unsur olarak ele alınması, öğrenme süreçlerini hem öğrenciler hem de öğretmenler için daha anlamlı ve verimli hale getirecektir.

Düşünmek, dünyayı anlamanın ve yön vermenin en güçlü yollarından biridir. Ama bu, sadece aklımızdan geçenleri sıralamak değil; sorgulamak, bağlantılar kurmak ve farklı açılardan bakabilmek demektir. Hayatta karşılaştığımız pek çok durum, ezberlenmiş bilgilerle değil, sağlam bir düşünme becerisiyle çözülebilir. Felsefe tam da bunu yapar: İnsanlara nasıl düşüneceklerini öğretir. Peki, bu yalnızca okulda öğretilen bir konu mu olmalı? Yoksa felsefe, herkesin gündelik yaşamında ihtiyaç duyduğu temel bir beceriye dönüşebilir mi?

O halde, asıl soru şu: Felsefe, bir ders olmaktan çıkıp herkes için temel bir yaşam becerisi haline gelir mi?

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.