Ebeveynliğin Çöküşü: Modern Ebeveynlik Üzerine Bir Tartışma

Modern ebeveynlik, bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Anne babalar, otoriter ebeveynlik anlayışından uzaklaşarak çocuklarıyla daha eşit, daha arkadaşça bir ilişki kurmayı hedefliyor. Peki, bu değişim çocuk gelişimi açısından gerçekten olumlu mu? Ebeveynler, çocuklarına özgürlük ve bireysellik kazandırmak isterken onları rehberlikten yoksun bırakıyor olabilir mi?

Leonard Sax’ın 2016 yılında yazdığı ve Nova Kitap tarafından Türkçeye kazandırılan Ebeveynliğin Çöküşü (The Collapse of Parenting), modern ebeveynlik pratiklerinin uzun vadeli etkilerini ele alıyor. Sax, ebeveyn otoritesinin sarsılmasının çocuklarda öz-disiplin, sabır ve sorumluluk gelişimini olumsuz etkilediğini öne sürerek bu dönüşümün risklerine dikkat çekiyor.

Kitap iki temel kısımdan oluşuyor. İlk kısımda modern ebeveynlik pratikleri ve “başıboş ebeveynlik” ile ilişkili sorunlar ele alınırken; ikinci kısımda yazar ebeveynlere çözüm önerilerini sıralıyor. Yazar, sorunları kavramsallaştırırken odak noktasını kitaba da ismini veren çöken “ebeveyn otoritesi” olarak belirliyor. Ebeveynliğin yönünü ve rehberlik rolünü kaybettiği bir ortamda, ebeveynliğe yapılan tüm yatırıma rağmen alınan sonuçların beklenenden çok uzak olduğuna dikkat çekiyor.

Kitabın ilk kısmı olan, yazarın çöken “ebeveynlik otoritesi”nin birer yansıması olarak gördüğü “sorunlar” beş bölümden oluşuyor. Birinci bölümde yazar “saygısızlık kültürü”nü ele alıyor. Günümüzde, ebeveyn otoritesinin -aile içindeki varlığının- geri planda kalmasıyla birlikte ailelerin en önemli işlevlerinden biri olan kültürlenmeyi sağlayamadığını vurguluyor. Çocukların kültürlenme sürecinin, ebeveynleri tarafından değil arkadaşları ve sosyal medya tarafından şekillendiği bir denklemde “saygısızlık kültürü”nün kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor. Ebeveynlerin çocuğun yaşamında akranlardan çok daha önemli bir noktada olması gerektiğini vurguluyor. Bu vurguya kitabın genelinde çok keskin söylemlerle rastlanıyor.

Ebeveynlerin çocukların gelişiminde ve onlara kültür aktarımındaki yeri tartışılmaz. Ancak küçük yaşlardan itibaren akranlarla etkileşimleri, çocukların çok yönlü gelişimleri için yadsınamaz bir öneme sahip. Bu noktada yazar, ebeveynlerin asli sorumluluğu alması gerektiğini söylemekte haklı olsa da, bu sorumluluk, akranlarının çocukların yaşamındaki önemli rolünü ortadan kaldırmıyor. Aksine, ebeveynlerin rehberliği çerçevesinde gelişen akran etkileşimi, kültürlenmenin önemli bir diğer ayağı olarak işlev görüyor. Zira çocuklar oyun kurmayı, kendi yaşıtlarıyla uygun şekilde iletişime geçmeyi, bazı sorunlarla karşılaşıp o ilişkide bu sorunlara çözüm bulmayı aile ortamı dışında ilk kez akranlarıyla deneyimliyor.

Kitabın ikinci bölümünde ebeveyn otoritesinin zayıfladığı bir düzende; çocukların yemek yeme, hareket ve uyku düzenleri ile ilişkili olarak obezite ve yeme bozuklukları ele alınıyor. Yazar, ebeveynlerin yeme noktasında sağlıklı kurallar ve sınırlar koymamasının çocukların yeme alışkanlıklarını etkilediğine dikkat çekiyor. Düzensiz beslenme ve hareketsizlik, yalnızca çocukların aşırı kilo alımını değil; aynı zamanda hormonal düzensizlikleri, metabolizmada ve sirkadyen ritimde bozulmaları da beraberinde getiriyor. Yazarın bu konudaki endişeleri yersiz değil. Amerika istatiksel olarak obezitede önde gelen ülkelerden olsa da, çocukların bozulan beslenme düzenleri, yeterince hareket edememeleri ve yeterli uyku almamaları dünya genelinde endişeleri beraberinde getiriyor. Bu konuda ebeveynlerin doğru rehberliği kritik olsa da, sorunun çözümü için daha geniş bir ölçekte paydaşların sorumluluk alması gerekiyor. Çocukların düzenli hareket edebilmesi ve yeterli miktarlarda uyuması için ülkeler okullar yoluyla çeşitli uygulamaları devreye sokuyor.

Yemekle de ilişkili şekilde kitabın üçüncü bölümünde ele alınan bir sonraki argüman, Amerika’da ve dünyada çocuklarda dikkat eksikliği, hiperaktivite ve ilişkili konularda artan ilaç kullanımı. Yazar bu konuda da, ebeveynlerin çocuklarında görünen davranış sorunları ile ilgili sorumluluk alıp var olan düzeni değiştirmek yerine çocuklarında var olan “sorunun” tespit edilmesi ve bir ilaçla çözülmesi yönündeki tavrına dikkat çekiyor. Artan ilaç kullanımının, sınır ve rehberlik eksikliği nedeniyle çocukların davranışlarını düzenleme becerilerinin yeterince gelişememesiyle yakından ilişkili olduğunu vurguluyor.

Sax tüm bu sorunları, modern ebeveynliğin karşı karşıya kaldığı temel zorluklar olarak gözler önüne seriyor. Ancak yazarın ele aldığı bu sorun alanları gerçekten sadece çöken “ebeveynlik otoritesi”nden mi kaynaklanıyor? Bu temel sorunlar, açık bir şekilde ebeveynlerin yeterince sorumluluk almadığı “gerçeğine” mi işaret ediyor? Bu konuda farklı görüşler mevcut. 

Jean M. Twenge’nin görüşleri, Sax’ın ele aldığı sorunu başka bir yönüyle tamamlıyor. Twenge, özellikle iGen ve Generation Me adlı kitaplarında, çok benzer sorun alanlarına işaret etmekle birlikte; bu durumu otoriteden ziyade ebeveynlerin aşırı korumacı tutumlarıyla ve yaygınlaşan sosyal medyayla ilişkili görüyor. Nitekim 18 yaş altı 3 bin 757 ebeveynle yapılan bir Pew Research Center anketinin sonucuna göre de, ebeveynlerin yüzde 45’i kendilerini “aşırı koruyucu” olarak nitelendiriyor. Bu çıkarımlar, sorunun yalnızca “otorite eksikliğinden” ibaret olmadığına; aynı zamanda bazı ebeveynlerin çocukları adına gereğinden fazla sorumluluk üstlenerek de onların dayanıklılık ve öz-denetim becerilerini geliştirmesini engelleyebileceğine işaret ediyor. Dolayısıyla modern ebeveynlik pratiklerinde ortaya çıkan sorunlar, tek taraflı bir “otorite eksikliği” meselesi olmaktan ziyade farklı uçlar arasında salınan tutumların karmaşık bir bütünü olarak görülebilir.

Ebeveyn tutumlarının yanı sıra, kitabın yazıldığı süreçten sonra ortaya çıkan Covid-19 pandemisi, binlerce insanı doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen doğal afetler, şahitlik ettiğimiz savaşlar, soykırımlar kitabın ilk kısmında vurgulanan çoğu sorunu daha da derinleştiren önemli faktörler. Çevresel faktörlerden, teknolojinin gelişiminden, ülkelerin politikalarından ve eğitim süreçlerinden bağımsız şekilde sorunların değişen ebeveynlik yaklaşımları ile ilişkilendirilmesi; haklılık payı olsa dahi eksik bir çıkarım olarak değerlendirilebilir.

Kitabın ikinci kısmında Sax, karşılaşılan sorunların teşhisine uygun şekilde “ebeveyn otoritesini” yeniden tesis etmeye yönelik öneriler sunuyor. Bu önerilerin başında, aile içinde açıkça tanımlanmış sınırların ve kuralların yer alması geliyor. Yazara göre, ebeveynler çocuklarına yalnızca özgürlük değil, gelişim düzeylerine uygun sorumluluklar da vermeli. Küçük yaştan itibaren aile içindeki işleyişe katılmak, çocuklara “dünyanın kendi etraflarında dönmediği” mesajını veriyor ve onların toplumsal yaşama uyum becerilerini artırıyor. Yazar, Harvard mutluluk araştırmalarına atıfta bulunarak, yaşam boyu iyi oluş ve başarının temelinde “öz-denetim” becerisinin yattığını hatırlatıyor. Bu becerinin gelişebilmesi için ebeveynlerin çocukların her isteğine hemen “evet” demek yerine, gerektiğinde “hayır” diyebilmeleri ve çocuğun duygusal tepkileriyle başa çıkmalarına yardımcı olmaları gerekiyor. 

Yedinci bölümde sınır koyabilmenin ve çocuklarda öz-denetim becerilerini geliştirebilmenin önünde bir engel olarak karşılaşılan “yanlış kanılar” ele alınıyor. Sevilmeme, çocukların uyum sorunu yaşaması gibi anlaşılır endişelere karşı yazar, karşılaştığı vakalar ve bilimsel araştırmalar ile farklı bakış açıları sunuyor. 

Ebeveyn otoritesini temin etmenin baskıcı, mesafeli bir otoriteyle karıştırılmaması gerektiğini vurgulayan Sax, ebeveynlerin çocuklarıyla keyifli vakit geçirmelerini ve duygusal bağı canlı tutmalarını öneriyor. Çocuklarla geçirilen zamanın kalitesini artırmanın, otoriteyi sıcak ve kapsayıcı bir çerçeve içinde tutabileceğini hatırlatıyor.

Yazarın son olarak üzerinde durduğu husus, çocuklara anlam duygusu kazandırmak. Başarıya odaklanmanın tek başına tatmin sağlamayacağını söyleyen Sax, ebeveynlerin çocuklarına daha derin değerler ve amaçlar aşılamasının önemini vurguluyor. Birçok gencin akademik başarı sağlasa bile tatminsizlik yaşadığına değinen yazar, bu tatminsizliği gidermede en güvenilir kaynağın ebeveyn rehberliği olduğunu ileri sürüyor.

İkinci kısımda ele alınan çözümler, sorunun temellendirmesinin ötesinde uzmanların ortak görüş belirttiği önemli ebeveynlik odaklarını kapsıyor. Çözümler yalnızca otoritenin arttırılması ile sınırlı tutulmamış, bu otoritenin nasıl bir bağlamda ve nitelikte olması gerektiğine dair fikir veriyor. Ancak uygulayacağınız her öneride, sizin aile kültürünüzü, sizdeki sorun alanlarını fark edebilmek, tespitlerin size uyan ve uymayan yanlarını fark edebilmek mühim.

Kitabın bütününe bakıldığında, Ebeveynliğin Çöküşü modern ebeveynlik anlayışının avantajları ve riskleri üzerine önemli tespitler sunuyor. Kitabı ele alırken “demokratik ebeveynlik” “otoriter ebeveynlik” gibi kavramların neyi ifade ettiğini yeniden düşünmek gerekiyor. Zira ebeveynlikle ilgili kullanılan ortak kavramlara yüklenen farklı anlamlar, bir kavram karmaşasını beraberinde getirebiliyor. Yıllarca akademik makalelerde risklerine değinilen “otoriter ebeveyn tutumu” Sax’ın bahsettiği bu sıcak, sorumluluk alan ve rehberlik işlevini sürdüren, ebeveynlik otoritesinden farklılık gösteriyor. İşlevsiz ve cezalandırıcı disiplin anlayışına karşı olan Thomas Gordon’un çok talep gören “Etkili Anne-Baba Eğitimi”, temelde Sax ile çelişir görünen argümanlarına rağmen, ebeveynlerin gereken noktada sorumluluk alıp rehberlik edebilmesi, gereken noktada çocuğa sorunlarını çözebilmesi için sorumluluk vermesi gibi ortak vurgulara sahip. Pek çok araştırmacının ortak görüşü, ebeveynlerin çocuklarına ne tamamen sınırsız bir özgürlük ne de katı bir baskı uygulaması gerektiği yönünde birleşiyor. Bu ortak görüşü kendi ebeveynlik pratiklerine uygun şekilde aktarma sorumluluğu da yine ebeveynlere düşüyor.

 

Sax, L. (2022). Ebeveynliğin çöküşü (Çev. Uğur Gülsün). Nova Kitap.

İki Nokta

Kitap tanıtımı, biyografi, araştırma raporu, değerlendirme ve inceleme yayınları ile bölgesel veya küresel ölçeklerde güncel ya da yapısal sorunlar.